Sayfalar

26 Ekim 2017 Perşembe

59.Haşr Sûresi 21. Âyet

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırıım


21 Eğer Biz bu Kur'anı'ı bir dağa indirmiş olsaydık, 
onun Allah'a saygıdan boyun eğmiş bir halde parçalanıp dağıldığını28 görürdün.29
İşte bu türden temsilî anlatımları, insanların önüne, belki düşünürler diye koyuyoruz.30 

Dipnotlar:
28 Tehattum, sert ve katı cisimlerin zilletten dolayı gürültülü parçalanmasını ifade eder. Tesaddu' ise, azametten dolayı sessizce dağılmalarına denir.
29 Zımnen: Ama ey insan, biz onu dağa-taşa değil sana indirdik! Sen ona karşı neden bu kadar hissiz, vurdumduymaz ve aldırmazsın? Huşu', kalp fiillerindendir ve sadece akleden kalp sahibi varlıklar için kullanılır. Burada dağ için kullanılmış fakat Kur'an'ın iniş şartına bağlanmıştır. Bu gerçekleşmediğine göre burada bir varsayım olarak kullanılmıştır. Zemahşerî hidayet rehberi olan Kur'an'ın bu âyette kullandığı üslubu tahyîl (zihinde canladırma) ve temsîl (sembolizm) olarak niteler. âyetin birçok çağrışımı vardır:
1) Eğer Kur'an taşa inmiş olsaydı onu da akıllandırır ve duygulu yapardı.
2) Kur'an dağa-taşa değil de insana indiyse, bu onun akleden bir kalp sahibi olmasından dolayıdır (Krş:13:31).
Hz Mûsa'nın gözleri önünde Rabbin dağa tecellisi ile ilgili bkz: 7:143. Son tahlilde, başta münafıkları olmak üzere, vahyin azametini hissetmeyen tüm çevrelerin taş kalpli olduğunu îmâ eden bir âyettir. 
30 Kıssadan hisse: Kur'an'ın ebedî mesajı karşısında titremeyen her kalp, eğilmeyen her baş, taş kesilmiş demektir, taş!

8 Ekim 2017 Pazar

51.Zâriyât Sûresi 23. Âyet

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım

23 Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, bu (yeniden diriliş) en az(ından) sizin konuşma yeteneğiniz kadar gerçektir.17

Dipnotlar
17 20. âyetteki "yeryüzü" 22. âyetteki "gökyüzü" ile  birlikte bir karşıtlık oluşturur. 23. âyetle birlikte bu karşıtlıktan yola çıkarak, muhatabın, dünya-âhiret çiftine zihnî intikali istenmektedir. Konuşma yeteneği ile yeniden diriliş arasında benzerlik kurulması, zımnen, "ahiretin gerçekliğini adınız gibi biliniz" mânasına gelir. 
Bu benzetmenin iki unsuru (âhiret ve konuşma yetisi) arasında farklı benzerliklerde kurulabilir. Nasıl ki, konuşma düşünme sürecinin kaçınılmaz sonucuysa, âhiret de yaşam sürecinin doğal sonucudur. Nasıl ki, kişisel düşüncelerimiz ve yargılarımız ifade kalıplarına dökülünce gerçek değerlerimizi ele veriyorsa; yaşama süreçlerinin son aşaması olan âhiret de, her birimizin gerçek değerini ortaya koyacaktır. Konuşma nasıl düşüncenin ahiriyse, yeniden diriliş de yaşamanın ahiridir. Nasıl ki, nesnelerin zihindeki tasavvurlarının aslı o nesnelerin fizikî varlıklarıysa, bu fizikî varlıkların aslı da öte âlemdeki hakikatlerdir. Pasajın başından itibaren alınırsa: Yer nasıl göksüz düşünülemezse, dünya da âhiretsiz düşünülemez. Yer içkin olanı gök aşkın olanı, yer maddi olanı gök mânevi olanı temsil eder. İnen yağmur nasıl bu hayat için kaçınılmazsa, inen vahiy de öbür hayat için kaçınılmazdır. 

1 Ekim 2017 Pazar

43.Zuhruf Sûresi 9-14. Âyetler

Kovulmuş şeytanın şerrinden Râhman Rahîm Allah'a sığınırım

9 Eğer onlara sormuş olsaydın 
"Gökleri ve yeri kim yarattı? diye, elbet onlar da7
"Mutlak üstün ve yüce olan, eşsiz bilgi sahibi yarattı!" derlerdi.
10 (İşte) yeri sizin için beşik yapan da, yolunuzu bulasınız diye orada sizin için yollar var eden de O'dur.8
11 Gökten suyu bir ölçüye göre9 sürekli indiren de O'dur: Bunun sonunda Biz (nasıl) ölü toprağı yeniden diriltiyorsak, işte siz de (öldükten sonra) böyle çıkarılacaksınız.
12 Ve bütün (varlığı) çift kutuplu ve zıddıyla yaratan O'dur:10 

13 Bu sayede sırtlarına kurulup hükmedesiniz; ve onlara hükmettiğiniz her zaman da, Rabbinizin nimetini anıp şöyle diyesiniz: 
"Bütün bunları bizim yararımıza bir yasaya bağlayan11 Allah'ın şanı ne yücedir; aksi halde bizim gücümüz buna asla yetmezdi. 
14 Nihayet şu kesin ki biz, elbet Rabbimize döneceğiz!" 


Dipnotlar
7 Zımnen; "aynen şu müşrik muhataplar gibi". Helâk oldukları için artık kendilerine soru sorulamayan bu muhataplar, bir üstteki âyette helâk edildiği bildirilen toplumlar olmalıdır. 
8 Zımnen: Düşünsenize bir; şu geçici dünyada yürüyeceğiniz yolu ihmal etmeyen Allah, sizi ebedî mutluluğa götüren yolu ihmal eder mi?
9 Bir kader ile, yani: "bir yasa dahilinde". Zımnen: Tesadüfen ve gelişigüzel değil.
10 Gerek yaratılma, gerekse insan tarafından icat ve inşâ edilme sûretiyle olsun, her taşıt Kur'ân'ın inşâ ettiği tasavvura göre Allah'a izafe edilir. Allah'ın verdiği ile yapma, gerçekte Allah'a ait bir "yapma"dır.
11Veya lâm harfine sıla işlevi yükleyerek: "bizim emrimize veren" (Açıklama için bkz: 14:32, not 29).
















30 Eylül 2017 Cumartesi

40.Mü'min Sûresi 7. Âyet


Kovulmuş şeytanın şerrinden Râhman ve Rahîm Allah'a sığınırım
7 (Allah'ın) hükümranlık makamına (lâyık bir) sorumluluk taşıyanlar6 ve O'na yakın olanlar; hamd ile Rablerinin sonsuz yüceliğini dile getirirler, O'na güvenirler ve iman eden (diğer) kimseler için bağışlanma dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve bilginle kuşatmışsın! Artık dönüş yapıp Senin yoluna uyanları bağışla ve onları gözleri yuvalarından fırlatan dehşetli ateşin azabından koru!"7

Dipnotlar:
6 Bir şeyi üstlendi" anlamına gelen bu fiil maddi olmaktan daha çok mânevi sorumluluk için kullanılır (Bkz: 20:100; 29:13; 62:5)

7 Tefsirlere göre bu kimseler "melekler" dir. Fakat bunlar "iman eden" varlıklardır. İman ise iradeye dayalı bir tercihtir. Dolayısıyla âyette vasfedilenler kulluk sorumluluğunu sırtlanan mü'minlerdir. İlâhi iradeyi yeryüzünde gerçekleştirmek, Allah'ın arşını omuzda taşımaktır.

7 Ağustos 2017 Pazartesi

32.Secde Sûresi 22. Âyet

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân ve Rahîm Allah'a sığınırım

22 Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da, ardından onlara sırt çeviren kimseden daha zalim biri olabilir mi?
Elbette Biz, günahı hayat tarzı haline getirenlere yaptıklarının acısını tattırmayı biliriz.32


Dipnotlar

32 Zımnen: Nasıl ki onlar günahı hayat razı haline getirdiler, biz de onları için azabı hayat tarzı haline getireceğiz. Mucrimîn için âyet 12'nin notuna bkz.

1 Ağustos 2017 Salı

25. Furkân Sûresi 35-44. Âyetler

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım

35 Doğrusu, yine Biz Musa'ya ilâhi mesajı gönderdik. Kardeşi Harun'u da onun yanına yardımcı olarak verdik.
36 Ve "Siz ikiniz, âyetlerimizi yalanlayan malum topluluğa gidiniz!" dedik. Ancak bundan sonra(dır ki) onları yerle bir ettik.
47
37 Nûh kavmi de (öyle oldu): tam da elçileri(ni)48 yalanladıklarında onları suya garkettik. Böylece kendilerini insanlığa ibret kıldık: zira Biz , haddi aşan herkes için49 elem verici bir ceza hazırlamışızdır.
38 Ve 'Âd ve Semud kavmi, Ress sakinleri
50 ve bunlar arasında yaşamış olan bir çok nesil de (öyle oldu). 
39 Önce her birinin önüne ibretlik örnekler koyduk; sonra hepsini paramparça edip mahvettik.51
40 Doğrusu bu (vahyin muhatapları), bela sağanağına yakalanan kente uğramış olmalılar.52 Şimdi orada olup biteni(n iç yüzünü) görmediler, öyle mi? Yoo! Onlar asıl öldükten sonra yeniden dirilerek (hesap vermeyi) arzu etmiyorlar.53
41 Bir de ne zaman seni görseler, sırf seninle alay etme amacıyla "Ne yani, Allah Elçi diye bunu mu gönderdi?54
42 Sahiden, şayet onlar üzerinde ısrar etmeseymişiz bizi ilâhlarımız(ın yolun)dan saptıracakmış!" (diyorlar).
Ama zaman gelecek azabı gördüklerinde kimin daha çok yoldan sapmış olduğunu öğrenecekler.
43 Tanrısı olarak hevâi arzularını benimseyen kimsenin durumunu göz önüne getirsene bir!55 Şimdi (söyle); böyle birinin sorumluluğunu sen üstlenebilir misin?
44 Ya da, sanır mısın ki onların çoğu (ilâhi mesajı) işitir veya (hakikati) akleder? Hayır, onlar sürü (İç güdüsüyle davranan) davarlar gibidir, hatta yoldan sapma konusunda daha da beterdikler!
56 

Dipnotlar

47 Uyarılmayan bir toplumun belaya uğratılmayacağına ilişkin ilâhi yasaya atıf (Bkz: 17:15)
48 Çoğul gelen "elçiler" ile Hz. Nûh'un görevlendirdiği elçiler kastedilmiş olabilir. "Bir peygamberi yalanlamak tüm peygamberleri yalanlamaktır" anlamına da gelebilir (Krş: 26:105).
49 Zulmün bu şekildeki çeviri için bkz: 21:29, not 37.
50 Resslilerle ilgili bir not için bkz: 50:12.
51 Tebbernâ tetbîrâyı bu şekildeki çevirimizin gerekçesi için bkz: 17:7, not 16.
52 Yani: Mekkelilerin kervan yolu üzerinde bulunan Lût Gölü civarına...
53 Lâ-yercûnenin bu anlamı için bkz: âyet 17. Krş: Hayır! Onların (asıl porblemi) Son Saat'i yalanlamış olmalarıdır" (11: âyet).
54 Bu küçümseme bir insan olarak Hz. Peygamber'e yönelik olmaktan çok, insan türüne yönelik bir küçümseme olmalıdır. Çünkü bu aklın sahipleri, Allah'a yalnızca meleklerin elçilik yapabileceğini savunuyorlardı. Bunun da temelinde "herkesi kendi gibi bilme" marazı yatıyordu. Zira kendi hallerine bakıp insan soyundan ümit kesmiştiler (Krş: Âyet 7-8).
55 Vahyin rehberliğine tâbi olmayanlar, kendi hevalarına tâbi oluyorlar demektir (Bkz: 28:50). Allah'a teslim olmayanın teslim olacağı tek kapı, keyfi yargılarının ve içgüdülerinin oluşturduğu hevasıdır. Hevasına teslim olansa er-geç onu ilâh edinir.
56 Krş: "Hayvan gibidir onlar, belki daha da şakın! (7:179). Zımnen: Ego ve içgüdüsüne tâbi olanların aklı.


5 Temmuz 2017 Çarşamba

18. Kehf Sûresi 99-108. Âyetler

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım



99 O gün geldiğinde, Biz onları birbirini kıran dalgalar (gibi) çalkalanmaya terkederiz. Nihayet sur borusu çalınır; sonunda hepsini bir araya toplarız.104

100 İşte o gün kâfirlere cehennemi (reddedemeyecekleri bir biçimde) arz ederiz.105
101 Onlar öyle kimselerdi ki; beni hatırlatan (her şeye) karşı gözlerine bir perde çekilmişti, üstelik onlar işitmeye de yanaşmıyorlardı.
102 İnkârda ısrar eden bu kimseler benim kullarımı, benden bağımsız olarak, kendilerine kayırıcı veli edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi kâfirler için bir ikram (!) olarak hazırladık.
103 De ki: "Eylem olarak en büyük kayba uğrayacak olanı size haber verelim mi?"
104"Bunlar, dünya hayatında tüm yapıp ettikleri (istikametten) sapmış olan kimselerdir: oysa ki bu tipler, kendilerinin güzel ve erdemli işler yaptığını sanmaktadırlar."106
105 Bunlar, Rablerinin âyetlerini ve O'na kavuşmayı ısrarla inkâr eden kimselerdir: Bu yüzden onların tüm yapıp ettikleri boşa gitmiştir; çünkü onlara Kıyamet Günü hiç kıymet vermeyeceğiz.
106 İşte onların cezası, inkârda direndikleri, âyetlerimi ve elçilerimi alaya aldıkları için cehennem olacaktır.
107 Ne var ki imanda sabreden ve ıslah edici davranış sergileyenlere gelince: onların buyur edileceği tarifsiz ikram, en görkemli cennetler
107 olacaktır: 
108 Orada sürekli kalacaklar, oradan asla ayrılmak istemeyecekler.108


Dipnotlar
104 Yani: "Dünyada cehennemi ısrarla talep etmiş olan kâfirleri." Parantez içi açıklamamız, 'aradna...'aradan formunun dilsel yapısı gereğidir.
105 "O gün" ile kastedilen Son Saat'tir. Bu  her canlının öldüğü ve Allah'tan başka her şeyin fani olduğunun ortaya çıktığı gündür. Âyetin ikinci cümlesi, "kalkış günü" (kıyamet) ile ilgilidir. Sonuncu cümle ise "toplanma gününe" (haşr) işaret etmektedir (Krş: 20:102-108).
106 Tasavvur, insanın hem gerçekliği algılama biçimini, hem de gerçekliği algıladığı zihni merkezi ifade eder. Klasik Mantık, Kelâm ve hatta Fıkıh Usulü kitaplarının ilk bahsi tasavvurat ve tasdikat bahsidir. Musavvire, tüm aklî hükümlerimizi üzerine bina ettiğimiz temel kavramların içini doldurduğumuz zihnî melekedir. Sözün özü: aklın ve o aklın verdiği hükümlerle yapılan eylemlerin ana rahmi tasavvurdur. Tasavvuratı yanlış olanın tasdikatı doğru olmaz. Tasavvuru yamuk olanın, ne aklı ne eylemi düzgün olur. Akla koordinatları tasavvur verir. Akıl da tasavvurdan aldığı koordinatlara uygun eylem üretir. Bu yüzden tasavvurdaki milimetrik bir sapma, eylemde kilometrelere tekabül eder. Bir yanlış eylemi düzeltmek asla eylemin kendini düzeltmekle gerçekleşmez. Gerçek bir düzeltme, o eylemin ana rahmi olan tasavvurdaki sapma açısını düzeltmekle mümkündür.
107 Firdevs, Yunanca'ya olduğu gibi Arapça'ya da çok eski çağlarda Babilce aslı olan faradisu'dan (paradisu) geçmiştir. Hadislerde "en yüce, en görkemli cennet" olarak açıklanmıştır (Taberî). Batı dillerindeki "paradise, paradis" de bu köke dayanır. 
108 Hıvelâ, "değişim" anlamına gelen tahvil mastarından türetilmiştir. Alternatif anlamı "asla değişim istemeyecekler" ya da "mekânı değiştirmek istemeyecekler".