Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
29 (Ey Nebi!) Öğüt vermeyi (sürdür); şüphesiz, -Rabbinin nimeti sayesinde- senin bir kâhin ve bir mecnun olma ihtimalin asla bulunmamaktadır.18
30 Yoksa19 (şimdi de) "O bir şairdir; (bırakın da) feleğin sillesini yiyeceği zamanı bekleyip görelim" mi diyorlar?20
31 De ki: "Bekleyin bakalım! Ama unutmayın ki, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
32 Onları bu tavra, kapıldıkları hayal ve kuruntular mı sevk ediyor yoksa?21 Ya yoksa isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk mu bunlar?
33 Yoksa onlar, "Kendi söylediğini Allah'a isnat mı etti" mi diyorlar?22 Ama yoo! (Dediklerine) kendileri de inanmıyorlar.
34 Öyleyse, haydi onun benzeri bir başka hadis üretsinler bakalım;23 sözlerinin arkasında duruyorlarsa tabii ki.
35 Ne yani, onlar sebepsiz mi yaratıldılar? Yoksa kendilerini yaratan yine kendileri mi?24
36 Ya yoksa gökleri ve yeri yaratan kendileri mi?
Hayır! Asıl onlar inanmaya gönüllü değiller.
37 Yoksa Rabbinin hazineleri onların elinde mi? Ya yoksa onu zorla ele geçirip üstüne mi oturmuşlar?
38 Ne yani, onlara mahsus (göklere uzanan bir) merdiven var da, orada olup-biteni mi dinliyorlar? Öyleyse haydi, yaptırım gücü olan apaçık delilerle birlikte, dinlediklerini getirsinler de görelim!
39 Ne yani kızlar O'na da oğullar kendilerine mi
40 Yoksa onlar senin, kendilerine, onları ağır bir ekonomik yükümlülük altına sokacak bir bedel ödetmenden mi (çekiniyorlar)?25
41 Ne yani, gayb onların elinde de, onu kendileri yazıya mı döküyorlar?26
42 Onlar, bir tuzak tasarlıyor olmasınlar sakın? Fakat kurdukları tuzağa düşecek olan o kâfirlerin ta kendileridir!27
43 En nihayet, onların Allah'tan başka bir ilâhı mı var?
Allah onların şirk koştuğu her şeyden aşkın ve yücedir.
Dipnotlar:
18 Zımnen: Elinde sihirli değnek yok ! Öğüt alan alır, almayan sonucuna katlanır. (Mâ,bî kalıbı için bkz: 6:107, not 89)
19 Bu pasajda 15 kez kullanılan em edatı, hem soru hem de hakikati muhatabın zihnine kazıma vurgusuna sahiptir (İbn Âşûr).
20 "Bekleyin bakalım" tavrı, müşriklerin Hz. Rasûl'e karşı izledikleri dört aşamalı stratejinin ilk aşaması olan ilgisizlik ve görmezden gelme evresine tekabül eder. Kur'an'da tek başına "kuşku" anlamında kullanılan rayb, deyimsel kullanım olan raybe'l-menûn tabirinde "feleğin sillesini yemek" anlamını kazanır. İnkârcı muhataplar helâk ile tehdit edildiklerinde kendilerini böyle avutuyorlardı.
21 Veya ahlâm çoğulunun hilm köküne nisbetiyle: "o engin hoşgörüleri (!) mi sevk ediyor? (Râğıb). 30. âyetteki "bekleyip görelim" diyenlerin sahte hoşgörü maskelerini sıyırıyor. Tercihimiz olan "hayalleri" ile, 30. âyetteki tavır kastedilse gerektir.
22 Hesapta küfürlerini, Allah'ın peygamberine karşı savunma perdesi ardına mı saklıyorlar?
23 Hadîs, "olayları/hadiseleri haber veren söz" (Bkz 66:3, not5; krş 77:50).
24 Bu âyet, hem insan yaratılışının amaçsız ve anlamsızlığı iddiasını hem de yaratıcı bir ilk özne olmaksızın kendi kendine yaratılma iddiasını reddeder (Krş: 14:19 ve 21:18. not 19).
25 Zımnen: Oğullara sahip olmak istemelerinin altında bu borcu ödeme telaşı mı yatıyor? Serveti ve gücü yücelten tasavvur suçüstü yapılarak teşhir ve tenkit ediliyor.
26 Zımnen: İnsan iradesinin geçmediği alanları ele geçirdiler de, kimin ne zaman öleceğine onlar mı karar veriyor?
27 9. yılın başında suikast ihtimal dahilinde olmalı. Bu Kur'an'da sık görülen gaybî haberlerden biridir. Zaten bu haber bir zaman sonra akim kalmış bir teşebbüs olarak gerçekleşecektir (Krş: 35:43).
Kur’an-ı Kerim’le yaşamak için küçük bir adım. Mustafa İslamoğlu'nun "Hayat Kitabı Kur'an Gerekçeli Meal-Tefsir" mealinden faydalanılmaktadır.
30 Nisan 2017 Pazar
29 Nisan 2017 Cumartesi
49.Hucurât Sûresi 1-5. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
1 Siz ey iman edenler! Asla Allah'ın ve Rasûlü'nün önüne geçmeyin1 ve sorumlu davranın: çünkü Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir!
2 Siz ey iman edenler! Sesleriniz Nebi'nin sesinden daha yüksek çıkmasın! Birbirinizle bağıra çağıra konuştuğunuz gibi, onunla da (kavga eder gibi) bağıra çağıra konuşmayın ki, siz fakında olmadan iyilikleriniz boşa gitmesin!2
3 Hani şu Allah Rusulü'nün yanında seslerini kısanlar var ya; İşte onlar, Allah'ın gönüllerini sorumluluk sınavından geçirdiği kimselerdir:3 onlar için sınırsız bir bağış ve büyük bir ödül vardır.
4 Ne var ki sana hanelerin berisinden4 seslenenler de var; onların çoğu, akıllarını kullanmıyorlar.5
5 Ama eğer sen kendilerine çıkıp gelinceye kadar sabretselerdi, elbet bu kendileri için daha hayırlı olurdu:6 ne ki Allah tarifsiz bağışlayandır, eşsiz merhamet kaynağıdır.
Dipnotlar:
1 Veya ikinci bir tümleç takdiriyle: "Allah'ın ve Elçi'sinin görüşlerinin önüne (kendi görüşlerinizi) geçirmeyin" (Krş:33:36). Yani, konumunuzu bilin. Elçi ile birlikte Allah'ın zikredilmesini Elçi'ye itaatin Allah'a itaat olduğunu söyleyen âyetin ışığında anlamak gerekir. Fakat Allah ile Elçi'nin vav ile bağlanmasındaki incelik de unutulmamalıdır: İki isim vav ile bağlanırsa bu ikisi arasındaki mahiyet ve cevher farkına, fâ ile bağlanırsa cevher birliğine rağmen nitelik ve araz farkına delâlet eder. En sahin rivayete göre, Ebu Bekir ile Ömer Hz Rasûl'ün önünde tartışmışlar ve seslerini yükseltmişler, âyet bunun üzerine nazil olmuştur.
2 Ağır işittiği için yüksek sesle konuşan Sabit İbn Kays bu âyetle kendisi kast edildiği kanaatiyle "ben cehennemliğim" diye kensini evine hapsetmiş, fakat durumu öğrenen Hz. Peygamber, "Hayır, o cenetliktir" diyerek Sabit'in âyete getirdiği lafzî yorumu reddetmiştir (Buhârî ve Müslim). Bu âyet, 1.âyetin devamı mahiyetindedir.
3 Veya: "takva ile donatarak sınava çektiği kimselerdir". Takvâ ile donatarak sınamak, "sınavı geçecek donanıma kavuşturmak" demektir; tıpkı aklı bilgiyle donatıp sınava sokmak gibi. Zımnen: Allah size olan lufunu, imtihandan muaf tutmak yerine, imtihanı verebilecek bir donanıma kavuşturarak gösterdi. 'kalpleri takva sınavından geçirmek', gönülleri dayanıklık testine tabi tutmaktır!
4 Min sanıldığı gibi zait değildir. Verâ zarfına "her yönün ötesinde" anlamını katar (Krş. 59:14).
5 Saygı, edemp ve terbiyeye dair bu âyet, 'bedevî âklı 'medeni' olmaya davet etmektedir. Nezaket ve görgü temelinde, aklını kullanmama ilettinin yattığını söylüyor.
6 Zımnen: Ey ümmet-i Muhammed! Önderlerinize (imam) gösterdiğiniz saygı, aslında kendinize gösterdiğiniz saygıdır! Hayatlarını size vakfeden ulema ve ümera gibi önderlerin zaman yönetimini ifsat etmeyin!
3 Veya: "takva ile donatarak sınava çektiği kimselerdir". Takvâ ile donatarak sınamak, "sınavı geçecek donanıma kavuşturmak" demektir; tıpkı aklı bilgiyle donatıp sınava sokmak gibi. Zımnen: Allah size olan lufunu, imtihandan muaf tutmak yerine, imtihanı verebilecek bir donanıma kavuşturarak gösterdi. 'kalpleri takva sınavından geçirmek', gönülleri dayanıklık testine tabi tutmaktır!
4 Min sanıldığı gibi zait değildir. Verâ zarfına "her yönün ötesinde" anlamını katar (Krş. 59:14).
5 Saygı, edemp ve terbiyeye dair bu âyet, 'bedevî âklı 'medeni' olmaya davet etmektedir. Nezaket ve görgü temelinde, aklını kullanmama ilettinin yattığını söylüyor.
6 Zımnen: Ey ümmet-i Muhammed! Önderlerinize (imam) gösterdiğiniz saygı, aslında kendinize gösterdiğiniz saygıdır! Hayatlarını size vakfeden ulema ve ümera gibi önderlerin zaman yönetimini ifsat etmeyin!
28 Nisan 2017 Cuma
41.Fussilet Sûresi 52-54. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
52 De ki: "Ya bu vahiy Allah katından gelmiş de, buna rağmen siz onu inkâr etmişseniz, (neler olacağını) hiç düşündünüz mü? Kim derin bir cepheleşme içine düşen birinden daha sapık olabilir?66
52 De ki: "Ya bu vahiy Allah katından gelmiş de, buna rağmen siz onu inkâr etmişseniz, (neler olacağını) hiç düşündünüz mü? Kim derin bir cepheleşme içine düşen birinden daha sapık olabilir?66
53 Vakti geldikçe insana,67 kâinatın uçsuz bucaksız ufuklarında ve bizzat kendi iç dünyasında âyetlerimizi göstereceğiz.68 Ta ki bu vahyin tartışmasız bir gerçek olduğu herkes için69 ortaya çıksın. (Buna delil olarak), senin Rabbinin bu şeye şahit olması yetmez mi?70
54 Bakın, belli ki onlar Rablerinin huzuruna çıkacaklarına ilişkin tereddüt içindeler!71 Bakın, şüphe yok ki O her şeyi çepeçevre kuşatandır!72
Dipnotlar
66 Fî şikâkin ba'idi bu şekilde çevirimiz için bkz: 22:53, not 79.
67 Âyet 51'deki "insana" atfen.
Dipnotlar
66 Fî şikâkin ba'idi bu şekilde çevirimiz için bkz: 22:53, not 79.
67 Âyet 51'deki "insana" atfen.
68 fi'l-Âfâki ve fî enfusihim: âlem-i kübra (maro kozmos) olan evrende ve âlem_i suğra (mikro kozmos) olan insanda. Râzî'nin de dikkat çektiği gibi âfâkta ve enfüste gösterilecek bu şeyler "askerî fethiler" olmaktan çok, insan ve kâinatın barındırdığı muhteşem sırlardır. Keşiflere ilmî gelişmelere bu âyet ışığında bakacak olursak, bütün bunlar sadece "keşfeden"in mahareti değil, onları keşfe açan ve insan bilgisne "arz" ve "nazil" eden Allah'ın ikramı olduğu anlaşılır. Bu hakikati inkâr eden akıl, bilgiyi Allah'tan koparacaktır. Allah'tan koparılan bilgi ahlâksız kalmaya mahkûmdur.
69 Lafzen: "onlar için"
70 Zımnen: Sen onların yalanlamalarına aldırma, Rabbinin şahitliği sana yeter.
71 Tüm çevirimizi boyunca miryeyi "tereddüt", şekki "şüphe", raybi "kuşku" ile karşıladık Gerekçeleri için bkz: 9:10; 11:17; 34:50, ilgili notlar).
72 Zımnen: Ey insan! O'ndan kaçamazsın; en iyisi O'na kaç! (Krş: 51:50):
70 Zımnen: Sen onların yalanlamalarına aldırma, Rabbinin şahitliği sana yeter.
71 Tüm çevirimizi boyunca miryeyi "tereddüt", şekki "şüphe", raybi "kuşku" ile karşıladık Gerekçeleri için bkz: 9:10; 11:17; 34:50, ilgili notlar).
72 Zımnen: Ey insan! O'ndan kaçamazsın; en iyisi O'na kaç! (Krş: 51:50):
27 Nisan 2017 Perşembe
39.Zümer Sûresi 41. Âyet
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
41 Hiç şüphe yok ki,
bu ilâhî kelâmı insanlık için
(gerçek) bir amaca mebni olarak43
sana Biz indirdik:
Artık kim doğru yolu seçerse bu kendi lehinedir;
ama kim de saparsa sadece kendi aleyhine sapmış olur:
sen onların tercihinin savunucusu değilsin.
Dipnotlar
43 Bi'l-hakkı çevirimizin gerekçesi için bkz: 14:19, not 20
bu ilâhî kelâmı insanlık için
(gerçek) bir amaca mebni olarak43
sana Biz indirdik:
Artık kim doğru yolu seçerse bu kendi lehinedir;
ama kim de saparsa sadece kendi aleyhine sapmış olur:
sen onların tercihinin savunucusu değilsin.
Dipnotlar
43 Bi'l-hakkı çevirimizin gerekçesi için bkz: 14:19, not 20
25 Nisan 2017 Salı
36.Yâsîn Sûresi 47-51. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
47 Kendilerine "Allah'ın size verdiği servetten (Allah yoluna) cömertçe sarf edin"35 denildiğinde, inkârda ısrar edenler imanda sebat gösterenlere dediler ki: "Ne yani, Allah'ın isterse pekâlâ doyuracağı kimseyi biz mi doyuracakmışız? Şimdi siz açık bir şaşkınlık içinde değil de nesiniz!"
48 Bir de derler ki: "Eğer sözünüze sadıksanız söyleyin bakalım şu vaad ettiğinz (Son Saat) ne zaman gerçekleşecek?"
49 Onlar bunu tartışırken, kendilerini enseleyecek bir tek bela çığlığından başka bir şey beklemeyecek:
50 her şey o kadar ânî olacak ki;36 ne vasiyet edebilecekler ne de yakınlarına dönebilecekler.
51 Derken sura üflenmiştir;37 ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp Rablerine koşacaklar.
47 Kendilerine "Allah'ın size verdiği servetten (Allah yoluna) cömertçe sarf edin"35 denildiğinde, inkârda ısrar edenler imanda sebat gösterenlere dediler ki: "Ne yani, Allah'ın isterse pekâlâ doyuracağı kimseyi biz mi doyuracakmışız? Şimdi siz açık bir şaşkınlık içinde değil de nesiniz!"
48 Bir de derler ki: "Eğer sözünüze sadıksanız söyleyin bakalım şu vaad ettiğinz (Son Saat) ne zaman gerçekleşecek?"
49 Onlar bunu tartışırken, kendilerini enseleyecek bir tek bela çığlığından başka bir şey beklemeyecek:
50 her şey o kadar ânî olacak ki;36 ne vasiyet edebilecekler ne de yakınlarına dönebilecekler.
51 Derken sura üflenmiştir;37 ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp Rablerine koşacaklar.
Dipnotlar:
35 Muhtemelen infakın nüzul sürecinde geçtiği ilk yer. Nefeka kökü "elden çıktı, bitti" mânasına gelir. Lafzen "açığı kapatmak, eksiği gediği gidermek" anlamına gelen infak, yarar veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla karşılıksız paylaşmaktır. Geçişli olması, "öteki" olmaksızın bu ibadetin gerçekleşmeyeceği anlamına gelir. Farz olanına zekât, nafile olanına sadaka, Ramazan'a has olanına fıtr, sırf maldan yapılanına hayr denir. İnfak ile nifak aynı köktendir. İnfak iki dünyalılığı, nifak iki yüzlülüğü ifade ettiği için kökleri aynıdır. Bununla beraber tek dünyası olanın iki yüzü olur. İşte bu yüzden bu ikisi kavramsal bir zıtlık içerirler ve Kur'an'da infak nifakın panzehiri olarak sunulur. Münafıkun sûresi bunun en çarpıcı örneğidir (Bkz: Sûrenin girişi ve 9-11, ilgili notlar; infakla korunmak için bkz: 6:16-17, not 20-21). Kur'an'da sadece üç şey "Allah yoluna" (fî-sebilillah) isnat edilir: Cihad, infak, hicret.
36 Takibiyye fâsının açılımı.
35 Muhtemelen infakın nüzul sürecinde geçtiği ilk yer. Nefeka kökü "elden çıktı, bitti" mânasına gelir. Lafzen "açığı kapatmak, eksiği gediği gidermek" anlamına gelen infak, yarar veren bir şeyi ona muhtaç olanlarla karşılıksız paylaşmaktır. Geçişli olması, "öteki" olmaksızın bu ibadetin gerçekleşmeyeceği anlamına gelir. Farz olanına zekât, nafile olanına sadaka, Ramazan'a has olanına fıtr, sırf maldan yapılanına hayr denir. İnfak ile nifak aynı köktendir. İnfak iki dünyalılığı, nifak iki yüzlülüğü ifade ettiği için kökleri aynıdır. Bununla beraber tek dünyası olanın iki yüzü olur. İşte bu yüzden bu ikisi kavramsal bir zıtlık içerirler ve Kur'an'da infak nifakın panzehiri olarak sunulur. Münafıkun sûresi bunun en çarpıcı örneğidir (Bkz: Sûrenin girişi ve 9-11, ilgili notlar; infakla korunmak için bkz: 6:16-17, not 20-21). Kur'an'da sadece üç şey "Allah yoluna" (fî-sebilillah) isnat edilir: Cihad, infak, hicret.
36 Takibiyye fâsının açılımı.
37 Veya Katâde'nin sûru suver okuyuşuna dayanarak: "..suretlere (ruh) üflenmiştir.
33.Ahzab Sûresi 35-36. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
35 Şüphesiz,
Allah'a tam teslim olmuş
bütün erkek ve kadınlar,
O'na güvenip inanmış
bütün erkek ve kadınlar,
O'na adanmış
bütün erkek ve kadınlar,
ahdine sadık
bütün erkek ve kadınlar,
(Allah'a karşı) derin bir saygı ile titreyen
bütün erkek ve kadınlar,45
(Allah'a) sadâkatlerini servetlerini yoksullarla paylaşarak ispat eden
bütün erkek ve kadınlar,
benliklerini denetim altına alıp oruç tutan46
bütün erkekler ve kadınlar,
iffetlerini koruyan
bütün erkekler ve kadınlar,
Allah'ı sürekli hatırda tutan
bütün erkek ve kadınlar...
(İşte) bunlara Allah sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül hazırlamıştır.47
36 Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman,
inanan bir erkek ve kadının kendi işlerinde kişisel tercihlerine göre hareket etmeleri düşünülemez:48
zira kim Allah ve Rasulü'ne isyan ederse,
işte o apaçık bir sapıklığa gömülmüş olur.
Dipnotlar:
45 Krş: 21:28, not 34
46 En geniş anlamıyla savm, kişinin kendisini öz denetim altına almasıdır. (ilk geçtiği 19:26'nın notuna bakınız.) Bir ibadet olarak oruç bu denetimin zorunlu ilâhî talimidir.
47 Âyetin sonunda ifade edilen "sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül, burada sayılan niteliklere sahip olan erkek ve kadınların her birine ayrı ayrı yapılan vaad olarak anlaşılmalıdır. Bağlacın fe ve summe değil de vav olmasının metne kattığı yananlam budur. Çünkü iki şey birbirine vav ile atfedildiğinde iki şey arasında zati bir farkılığa, fa ise zati olmayan bir farklılığa delâlet eder. Âyette sayılan meziyetlerin erkek ve kadin için ayrı ayrı zikredilmesi, iki cins arasındaki fırsat eşitliğini korumaya yönelik örtülü bir teşvik içerir.
48 Mâ kâne li.. kalıbı için krş 12:76. Buradaki hüküm, elbette Rasulullah'ın peygamberlik alanına giren hükümlerdir. Değilse hurma aşılayanlara "eğer kendi haline bıraksaydınız daha iyi olurdu" deyince onlar "bıraktık fakat daha iyi olmadı" cevabını vermeleri üzerine "Siz dünyanıza ilişkin işleri benden daha iyi bilirsiniz" demesi; yine Bedir'deki mevzi seçiminde Hubâb b. Münzir'in daha isabetli önerisi üzerine geri çektiği kendi kararı; kocasının ricasını kıramayarak Berire'ye yaptığı sonuçsuz kalan "kocana dön" teklifi...Bütün bunlar âyetin kapsamı dışındadır. Bu nedenle ki sahabe bu konularda farklı görüş geliştirebilmiştir (Krş: 24:62, not 106).
35 Şüphesiz,
Allah'a tam teslim olmuş
bütün erkek ve kadınlar,
O'na güvenip inanmış
bütün erkek ve kadınlar,
O'na adanmış
bütün erkek ve kadınlar,
ahdine sadık
bütün erkek ve kadınlar,
(Allah'a karşı) derin bir saygı ile titreyen
bütün erkek ve kadınlar,45
(Allah'a) sadâkatlerini servetlerini yoksullarla paylaşarak ispat eden
bütün erkek ve kadınlar,
benliklerini denetim altına alıp oruç tutan46
bütün erkekler ve kadınlar,
iffetlerini koruyan
bütün erkekler ve kadınlar,
Allah'ı sürekli hatırda tutan
bütün erkek ve kadınlar...
(İşte) bunlara Allah sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül hazırlamıştır.47
36 Allah ve Rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman,
inanan bir erkek ve kadının kendi işlerinde kişisel tercihlerine göre hareket etmeleri düşünülemez:48
zira kim Allah ve Rasulü'ne isyan ederse,
işte o apaçık bir sapıklığa gömülmüş olur.
Dipnotlar:
45 Krş: 21:28, not 34
46 En geniş anlamıyla savm, kişinin kendisini öz denetim altına almasıdır. (ilk geçtiği 19:26'nın notuna bakınız.) Bir ibadet olarak oruç bu denetimin zorunlu ilâhî talimidir.
47 Âyetin sonunda ifade edilen "sınırsız bir bağış ve muhteşem bir ödül, burada sayılan niteliklere sahip olan erkek ve kadınların her birine ayrı ayrı yapılan vaad olarak anlaşılmalıdır. Bağlacın fe ve summe değil de vav olmasının metne kattığı yananlam budur. Çünkü iki şey birbirine vav ile atfedildiğinde iki şey arasında zati bir farkılığa, fa ise zati olmayan bir farklılığa delâlet eder. Âyette sayılan meziyetlerin erkek ve kadin için ayrı ayrı zikredilmesi, iki cins arasındaki fırsat eşitliğini korumaya yönelik örtülü bir teşvik içerir.
48 Mâ kâne li.. kalıbı için krş 12:76. Buradaki hüküm, elbette Rasulullah'ın peygamberlik alanına giren hükümlerdir. Değilse hurma aşılayanlara "eğer kendi haline bıraksaydınız daha iyi olurdu" deyince onlar "bıraktık fakat daha iyi olmadı" cevabını vermeleri üzerine "Siz dünyanıza ilişkin işleri benden daha iyi bilirsiniz" demesi; yine Bedir'deki mevzi seçiminde Hubâb b. Münzir'in daha isabetli önerisi üzerine geri çektiği kendi kararı; kocasının ricasını kıramayarak Berire'ye yaptığı sonuçsuz kalan "kocana dön" teklifi...Bütün bunlar âyetin kapsamı dışındadır. Bu nedenle ki sahabe bu konularda farklı görüş geliştirebilmiştir (Krş: 24:62, not 106).
24 Nisan 2017 Pazartesi
29. Ankebût Sûresi 46-49. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
46 Önceki vahyin mensuplarıyla tartışırken, haksızlık etmedikleri sürece en güzel yol ve yöntemden başkasına itibar etmeyin ve deyin ki: "Biz bize indiriline de, size indirilene de inanmışız; bizim de, sizin de ilâhınız bir ve tektir; evet, biz kayıtsız şartsız sadece O'na teslim olmuşuz."
47 (Ey Peygamber!) İşte bu kitabı sana böyle (bir mesajla) indirdik; bu yüzdendir ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz ona iman ederler; işte şu (önceki vahyin mensupları) arasında da inanan kimseler olacaktır: zaten nankörler63 dışında hiç kimse âyetlerimizi bile bile inkâr etmiyor.64
46 Önceki vahyin mensuplarıyla tartışırken, haksızlık etmedikleri sürece en güzel yol ve yöntemden başkasına itibar etmeyin ve deyin ki: "Biz bize indiriline de, size indirilene de inanmışız; bizim de, sizin de ilâhınız bir ve tektir; evet, biz kayıtsız şartsız sadece O'na teslim olmuşuz."
47 (Ey Peygamber!) İşte bu kitabı sana böyle (bir mesajla) indirdik; bu yüzdendir ki bu kitabı kendilerine verdiklerimiz ona iman ederler; işte şu (önceki vahyin mensupları) arasında da inanan kimseler olacaktır: zaten nankörler63 dışında hiç kimse âyetlerimizi bile bile inkâr etmiyor.64
48 Hem sen bu (Kur'an)dan öne herhangi bir (kutsal) kitabı okumuş değildin; dahası onu kendi elinle65 yazıyor da değilsin. Eğer böyle bir şey olsaydı insanları kuşkuya düşürürlerdi,66 gerçeği geçersiz kılmaya yeltenenler.67
49 Aksine o (Kitab, sahibine seçip ayırma yeteneği kazandıran) bir ilim,68 bahşedilenlerin gönüllerinde yer bulan hakikatin apaçık belgelerinden oluşmuştur.69 zaten bilinci altüst olmuş kimselerden başkası âyetlerimizi bile bile inkâra yeltenmiyor.70
49 Aksine o (Kitab, sahibine seçip ayırma yeteneği kazandıran) bir ilim,68 bahşedilenlerin gönüllerinde yer bulan hakikatin apaçık belgelerinden oluşmuştur.69 zaten bilinci altüst olmuş kimselerden başkası âyetlerimizi bile bile inkâra yeltenmiyor.70
Dipnotlar:
63 el-Kâfirûnu "nankörler" şeklinde çevirimizin gerekçesi için bkz: 17:8, not 18.
64 Yechaduûnun "bile bile inkâr" anlamı için bkz: 16:71, not 80.
64 Lafzen: "sağınla"Ayrıca bkz: 28:45.
66 Şekk'ten farklı olarak raybın "ya doğruysa kaygısı içeren şüphe" oluşuyla ilgili bkz: 9:110 not 5 ve 149, not 5.
67 Hicretin hemen arefesinde inen bu âyetler, Medine Yahudilerine karşı Nebi'nin üslubunu inşâ etmektedir. Burada olumsuzlanan, Allah Rasulü'nün Kur'an vahyinden önce herhangi bir vahyi okuyup yazmamış olduğudur. Bu âyet Furkân 4-5'te kastedilen türden (Krş: 16:103), vahyi peygamberin yazdığı iftiralarını reddetmektedir. Kur'an'ın içeriği, vahyin kaynağının Peygamber olmadığının en çarpıcı delilidir. Zira Kur'an'da Rasululah'ın özel hayatında yaşadığı büyük acılar (amcasının, eşinin, oğlunun, kızlarının ölümleri) ve sevinçlerinin izine rastlanmaz. Hz. İsa'nın annesiyle ilgili 98 âyetlik bir sûre ve ayrıca onlarca âyet yer alırken, Hz Peygamberin annesiyle ilgili tek bir îmâda dahi bulunulmaz.
68 'İlme parantez içinde verdiğimiz bu anlamın gerekçesi için bkz: 21:74, not 74.
69 âyâtun beyyinâtun, vahyin doğruluğuna ve ilâhi kaynağına atıf olarak gönderilen vahiy dışı kesin mucizevî kanıtlar. Bunlar maksat değil, vahyi gösteren araçlardır. Amaç, onların kendisini gösterdiği vahiydir. Bu, sûrenin 51. âyetinin delâletiyle açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, vahiy en büyük mucizedir.
70 Zalimûna verdiğimiz bu anlam için bkz: 71:148 ve krş: 21:65, not 67.
25.Furkân Sûresi 30-31 Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
30- Ve (o gün) Resul diyecek ki: "Yâ Rabbi! Benim toplumun bu Kur'an'ı39 yalnızlığa mahkûm etti!"40
31 İşte böylece Biz, her peygambere, suçu karakter haline getirenler içerisinden düşmanlar çıkarmışızdır: olsun, nasıl olsa Rabbin yol gösterici ve yardım edici olarak sana yeter.
31 İşte böylece Biz, her peygambere, suçu karakter haline getirenler içerisinden düşmanlar çıkarmışızdır: olsun, nasıl olsa Rabbin yol gösterici ve yardım edici olarak sana yeter.
Dipnotlar:
39 Kur'an, fu'lan vezninden mastardır. Ka-ra-e/ve/ye kökünden türetilmiştir: "Toplamak, cem etmek, bir araya getirmek" demektir (Mekâyîs). Kur'an, "Eşyayı birbirlerine yaklaştırarak aralarındaki bağı keşfetmek" manasına gelir. Bilgiyi elde etme, üretme ve iletme süreçlerinin tümünü ifade eder. Zaten "okumak" da budur. Fu'lan vezni, hem ismî fail hem ismî mef'ul anlamında olup, bu kalıbın kendisi için kullanıldığı şeyin, kelimenin taşıdığı anlam ile dolu olmasını gerektirir (Şatıbî, el-Muvâfakât I, 80). Kur'an, "okumanın tüm olumlu anlamlarıyla dolu olan bir hitab" demektir. Kur'an, lafız ile mânanın evliliğinin meyvesidir. Lahzı cismi, mânası ruhu temsil eder. Kur'an kelimesi, özelilikle surelerde "isimleşmiş"anlamıyla kullanılmaz (Bkz:10:15, not 26). Burada kullanımından yola çıkarak şöyle bir yorum yapılabilir: Kur'an'dan kasıt Peygamberin vahyi okuyuşudur. Âyetteki haza zamiri "okunuş" anlamı verdiğimiz Kur'an ile birlikte "bu okunuş" demektir ki, bununla Peygambere mahsus bir okuyuş kastedilmiş olur. Bu takdirde mâna şu olur: Peygamberin vahyi okuyuşunun sonucu olan ilâhi mesajı, toplumum metrûk bıraktı" (Krş 43:44).
40 Veya: "bir sayıklama, bir hezeyan gibi gördü" (Ferrâ). Mehcûr, bir şeyden mahrum olmayı değil, yanı başında olduğu halde ona sırt dönmeyi ifade eder. Tıpkı şu âyette söz edilen durum gibi: "Tevrat'ı taşıma sorumluluğu kendilerine verilip de sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyenlerin durumu, kitaplar yüklenmiş (fakat sırtındakinin değerinden haberi olmayan) eşeğin durumu gibidir" (62:5). Bu şikayetin muhatapları, özne olan Kur'anı nesneleştirip hayattan dışlayanlardır. Kur'an'ın nesneleştirilmesi dört aşamalı bir süreçte gerçekleşti: 1) Anlam değer verilip üretilmeyince tüketildi. 2) Tüketilen anlamdan doğan açık lafız yüceltilerek kapatıldı. 3) Yüceltilen lafız anlamanın konusu olmaktan çıkıp fetiş bir nesne haline dönüştü. 4)Nesneleşen lafza ise "mukaddes ölü metin" muamelesi yapıldı. Âyet, sürecin sonunu daha baştan haber veriyor.
39 Kur'an, fu'lan vezninden mastardır. Ka-ra-e/ve/ye kökünden türetilmiştir: "Toplamak, cem etmek, bir araya getirmek" demektir (Mekâyîs). Kur'an, "Eşyayı birbirlerine yaklaştırarak aralarındaki bağı keşfetmek" manasına gelir. Bilgiyi elde etme, üretme ve iletme süreçlerinin tümünü ifade eder. Zaten "okumak" da budur. Fu'lan vezni, hem ismî fail hem ismî mef'ul anlamında olup, bu kalıbın kendisi için kullanıldığı şeyin, kelimenin taşıdığı anlam ile dolu olmasını gerektirir (Şatıbî, el-Muvâfakât I, 80). Kur'an, "okumanın tüm olumlu anlamlarıyla dolu olan bir hitab" demektir. Kur'an, lafız ile mânanın evliliğinin meyvesidir. Lahzı cismi, mânası ruhu temsil eder. Kur'an kelimesi, özelilikle surelerde "isimleşmiş"anlamıyla kullanılmaz (Bkz:10:15, not 26). Burada kullanımından yola çıkarak şöyle bir yorum yapılabilir: Kur'an'dan kasıt Peygamberin vahyi okuyuşudur. Âyetteki haza zamiri "okunuş" anlamı verdiğimiz Kur'an ile birlikte "bu okunuş" demektir ki, bununla Peygambere mahsus bir okuyuş kastedilmiş olur. Bu takdirde mâna şu olur: Peygamberin vahyi okuyuşunun sonucu olan ilâhi mesajı, toplumum metrûk bıraktı" (Krş 43:44).
40 Veya: "bir sayıklama, bir hezeyan gibi gördü" (Ferrâ). Mehcûr, bir şeyden mahrum olmayı değil, yanı başında olduğu halde ona sırt dönmeyi ifade eder. Tıpkı şu âyette söz edilen durum gibi: "Tevrat'ı taşıma sorumluluğu kendilerine verilip de sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyenlerin durumu, kitaplar yüklenmiş (fakat sırtındakinin değerinden haberi olmayan) eşeğin durumu gibidir" (62:5). Bu şikayetin muhatapları, özne olan Kur'anı nesneleştirip hayattan dışlayanlardır. Kur'an'ın nesneleştirilmesi dört aşamalı bir süreçte gerçekleşti: 1) Anlam değer verilip üretilmeyince tüketildi. 2) Tüketilen anlamdan doğan açık lafız yüceltilerek kapatıldı. 3) Yüceltilen lafız anlamanın konusu olmaktan çıkıp fetiş bir nesne haline dönüştü. 4)Nesneleşen lafza ise "mukaddes ölü metin" muamelesi yapıldı. Âyet, sürecin sonunu daha baştan haber veriyor.
17. İsra Sûresi 1-8. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
1 Yarattıklarına benzemekten münezzeh, mutlak aşkın ve yüce O (Allah) ki,1 kulunu2 gecenin bir vaktinde3 Mescid-i Haram'dan çeveresini bereketli kıldığımız4 Mescid-i Aksâ'ya,5 âyetlerimizin bir kısmını gösterelim6 diye yürüttü:7 zira O, evet sadece O'dur her şeyi işitip gören.8
2 Yine Biz, Musa'ya (da) kitabı vermiş ve onu İsrâiloğulları için bir doğru yol haritası kılarak (demiştik ki): "Benim dışımda, herhangi bir koruyucu otorite9 edineyim demeyin!
3 Siz, ey Nûh'la birlikte (gemide) taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Unutmayın ki o hep şükreden bir kuldu!"10
4 Ve İsrâiloğullarına vahiy yoluyla (şunu) bildirdik: "Mutlaka yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkartacak ve küstahça böbürlenip büyüklük taslayacaksınız!"11
5 İşte bu iki uyarıdan birincisinin vakti geldiğinde, sizin üzerinize şu Bizim (belalı) kullardan musallat ettik;12 öyle ki, bunlar köşe bucak her yeri arayıp taradılar:13 zira bu, sadece (böyle yapanlar için) konulmuş bir yasanın14 uygulanmasıydı.
6 Daha sonra tekrar onlara galip gelmenizi temin ettik; ve sizi hem mal, hem de evlatça destekleyip sayınızı artırarak (şu mesajı verdik): 7 "Eğer iyilik ederseniz yalnızca kendinize iyilik yapmış olusunuz, yok eğer kötülük ederseniz bunun da sonucuna katlanırsınız."15
Derken, sonuncu uyarının da vakti gelip çattığında (yeni düşmanlar gönderdik/göndereceğiz); ki sizler için yüzkarası olan öncekilerin girişi gibi, Mabed'e (destursuz) girip ele geçirecekleri her şeyi paramparça edip mahvetsinler.16
8 Tabii ki Rabbinizin size rahmetiyle muamele etmesi umulabilir; ama eğer siz (günaha) dönerseniz, Biz de (cezaya) döneriz.17 Zira Biz cehennemi nankörleri18 çepeçevre kuşatan bir hisar kılmışızdır.19
4 Ve İsrâiloğullarına vahiy yoluyla (şunu) bildirdik: "Mutlaka yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkartacak ve küstahça böbürlenip büyüklük taslayacaksınız!"11
5 İşte bu iki uyarıdan birincisinin vakti geldiğinde, sizin üzerinize şu Bizim (belalı) kullardan musallat ettik;12 öyle ki, bunlar köşe bucak her yeri arayıp taradılar:13 zira bu, sadece (böyle yapanlar için) konulmuş bir yasanın14 uygulanmasıydı.
6 Daha sonra tekrar onlara galip gelmenizi temin ettik; ve sizi hem mal, hem de evlatça destekleyip sayınızı artırarak (şu mesajı verdik): 7 "Eğer iyilik ederseniz yalnızca kendinize iyilik yapmış olusunuz, yok eğer kötülük ederseniz bunun da sonucuna katlanırsınız."15
Derken, sonuncu uyarının da vakti gelip çattığında (yeni düşmanlar gönderdik/göndereceğiz); ki sizler için yüzkarası olan öncekilerin girişi gibi, Mabed'e (destursuz) girip ele geçirecekleri her şeyi paramparça edip mahvetsinler.16
8 Tabii ki Rabbinizin size rahmetiyle muamele etmesi umulabilir; ama eğer siz (günaha) dönerseniz, Biz de (cezaya) döneriz.17 Zira Biz cehennemi nankörleri18 çepeçevre kuşatan bir hisar kılmışızdır.19
Dipnotlar:
1 İsimleşmiş bir mastar olan subhân, "aşkın olanı aşkın bilmek, yüceliği takdiretmke"anlamında, vahyin muhatabının Allah tasavvurunu inşâya yönelik bir anhatar kavramdır. İsrâ ile iligili bir âyetin başında gelmiş olması hayli anlamlıdır. Çünkü İsra, 60. âyetin de açıkça söylediği gibi, Hz Peygamber'e rüyâ aleminde yaptırılan bir yolculuktur. Hz. Peygamber'in rüyada yaşadığı bu özel tecrübenin niteliğini ancak onu tecrübe eden bilir. Rüya âleminde yapılan bu yolculuk üzerinde yapılacak spekülasyonlara dört âdet sınır çizilir âyette: 1)Tenzih ifade eden subhân lahzı: 2) Bu müşahedenin muhatabının "Kul" ('abd) olduğunun hatırlatılması, 3) "Mucizevî âyetlerden bir kısmının" gösterildiğini ifade eden min âyâtinâ ibaresi; 4 her şeyi gören ve bilenin sadece Allah olduğunu ifade eden es-Semi ve el-Basîr isimleri. Subhân ile, Allah'ın tüm beşeri niteliklerden beri olan yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme teşebbüsü, daha baştan reddedilir. Nebi, suhanallahı şöyle tefsir eder: "Allah'ı her noksandan uzak ve beri bilmektir" (Taberî).
2 Yukarıdaki notta açıkladığımız subhân, nasıl ki İsrâ olayını tasavvur ederken Allah'ın mutlak ve sınırsız zâtını içkinleştirmemeyi hatırlatıyorsa, buradaki "kul" da Hz. Peygamber'in beşerî ve sınırlı kimliğini aşkınlaştırmamayı hatırlatır. Âyetin sonunda yer alan "zira O, evet sadece O'dur herşeyi işitip her şeyi gören" cümlesi, neden Allah'ı sembollerinden sadece bir kısmını (min âyâtinâ) gösterildiğini açıklamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber de dahil hiçbir insana aşkın hakikatlerin tümü sunulmamıştır. Muhataba söylenen şudur: 'İsrâ'yı anlamaya çalışırken sınırları gözet! Ne Allah'ın aşkın yüceliğine halel getirecek, ne Hz. Peygamber'i beşerî kimliğinden soyutlayacak,ne de aşkın hakikatlerin tümüne Nebi'nin vâkıf kılındığı anlamına gelecek bir yoruma meydan verme!'
60. âyette, İsra'ya atıf olduğu açık olan ru'yanın, tıpkı Kur'an'da geçen "lânetli ağaç" örneğinde olduğu gibi "insan için bir sınav" kılındığı ifade edilir. İsrâ'nın "sınav" olma niteliğiyle bu âyetteki uyarıları birleştirdiğimizde, İsrâ olayı konusunda bilincimize çizilen sınırlar da ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphesiz İsrâ, ilerleme mitine karşı yücelme hakikatini temsil eder. Birincisi Allah'tan kopuk, ikinicisi Allah'lı, Allah'la ve Allah'adır. Birincisi dünyevileşmedir ve fiyatlar üzerine inşâ edilir. İkincisi ulvileşmedir ve değerler üzerinde yükselir.
3 Veya: "kısa bibr vaktinde.." Leylenin belirsiz olarak gelmesi, anlama "bir vakti" ya da "kısa bir vakti" olarak yansır. (Krş: Zemahşehri ve İtkân II, 292). Leylen bir vakit tayinidir. Oysa ki düş zamandan bağımsızdır. Kur'an'da sözü edilen diğer rüyalarda zamandan bahsedilmez.
4 Bu bereketin niteliği için bkz: 7:137, not97.
5 el-Mescid'l-Aksa: "en uzak mabed" veya mescid'in lügat anlamıyla "secde edilecek en uzak yer". Tefsirlere göre bu, Kudüs'te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (Krş: 7:137; 21:71, 81) Süleyman mabedi ve onun çevresinde yer alan verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs'te Süleyman Mabedi'nin olmayışıdır. Zira MS. 70'teki Titus katilamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün "ağlama duvarı" olarak kullanılan yarım bir duvar kalmış, mabedin yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük haline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal vardır: 1) Ya Allah Rasulü'nün Süleyman Mabedi'ni gördüğü rivayetler asılsızdır. Zira ortada, gidilip görülecek bir mabed bulunmamaktadır. Nitekim, Miraç rivayetleri üzerine yapılan son çalışmalar, bu rivayetleri hayli sıkıntılı olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur (Bkz: İsrafil Balcı: İsrâ ve Mir'âçç Gerçeği, Ankara Okulu Yay.) Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Kur'an miraçtan hiç söz etmez. Bu surenin ilk âyetinde geçen İsrâ olayı ise, yine bu surenin 60. âyetinde Sevgili Peygamberimiz'e gösterilen bir rüya olduğu açıkça vurgulanır. Anlaşılan o ki, kıymete kanaat etmeyen birileri, peygamber yarıştırmanın dayanılmaz cazibesine kapılmışlar, bu surenin 1. âyetinin tefsiri olan 60. âyeti, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Bu durumda, eğer el-Mescidul'l-Aksa'nın Kudüs'teki Süleyman Mabedi olduğunu kabul edilecekse, bir kez daha, Nebi'nin oraya gittiğine dair tüm anlatımlar devre dışı bırakılmak zorundadır. Bu durumda, 60. ayette söylendiği gibi, Hz Peygamber'e rüyasında Süleyman Mabedi'nin yıkılmadan önceki hali gösterilmiş kabul edilmelidir. Bu şık, İsrâ 1'in arkasından İsrailoğullarından hayli ayrıntılı bir biçimde söz edilmesini de açıklayıcı mahiyettedir. Eğer bu yorum doğruysa, bununla verilen mesaj şu olsa gerektir: Dâvud ve Süleyman peygamberlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allah'u a'lem.
2) Ya da buradaki el-Mescidu'l-Aksâ ile kastedilen yer başka bir yerdir. Burası neresi olabilir? Bazılarının iddia ettiği gibi, el-Mecsidu'l-Aksa'nın Mescid-i Nebevi olması imkâmsızdır. Zira bu surenin Mekke'de indiği kesindir. O dönemde Yesrib'teki bir Mescid-i Nebevi'den söz etmek abesle iştigaldir. Geriye iki ihtimal kalıyor: ilki Allah Rasulü'nün bazen mü'minlerle birlikte namaz kılmaz için toplandıkları Mekke'nin dışında bir ibadet mahalli. Ezraki ve Vâkıdî'nin rivayet ettiğine göre bu mescit (secde mekânı), mü'minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke'ye on mil mesafedeki Cirane'de, bugünkü mikat mescidinin olduğu mevkidedir. Bu durumda, "Nebi'nin rüyada Cirane'deki mescide götürülmesinin sebeb-i hikmeti nedir?" sorusu, mukni bir cevap beklemektedir. İkinci ve uzak ihtimal, Tur 4'te geçen el-Beytu'l-Ma'mur'dur ve o göklerin ötesindeki "en uzak mescid" olarak yorumlanabilir. Bu yorum Hz Ali'ye atfedilir. M. Hamidullah, adı geçen mescidin Kudüs'te olmadığını Filistin'in Kur'an tarafından "uzak" değil "yakın" (30:3) olarak nitelenmesini delil gösterir ve âyette kastedilen mescidin "göklerde" olduğunu söyler.
6 Necm 18'de Rabbinin en büyük âyetini gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur. Necm sûresinde nuranî-melekî alemin beşerî âlemin ufkuna inişi (nüzûl), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrânî-melekî aleme yücelişi (isrâ) dile getirilmektedir.
7 Esrâ, "insanlık, şeref, onur" anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz. 89:4, not 5). es-Seriyy, "büyümek ve yücelmek" anlamına gelir (Lisân). Esrânın "yüceltme" anlamı, "yürüyüş" maddi değil manevi, yolculuğun yatay değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil "yüceltmek" olduğu sonucunu verir. Kur'an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alakası olmayan me'âric (43:33; 70:3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur'an'ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada olayı Kur'ani ismiyle (İsrâ) andık.
8 Miraç riavetlerinde beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130'da (Krş: 11:114, not 13) güneşin doğum ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere" beş vakit namaz farz kılınmıştır. Ayrıca Miraç'ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara'nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine'de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat söz konusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine âyetin nüzûl sebebi rivayeti söyler.
4 Bu bereketin niteliği için bkz: 7:137, not97.
5 el-Mescid'l-Aksa: "en uzak mabed" veya mescid'in lügat anlamıyla "secde edilecek en uzak yer". Tefsirlere göre bu, Kudüs'te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (Krş: 7:137; 21:71, 81) Süleyman mabedi ve onun çevresinde yer alan verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs'te Süleyman Mabedi'nin olmayışıdır. Zira MS. 70'teki Titus katilamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün "ağlama duvarı" olarak kullanılan yarım bir duvar kalmış, mabedin yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük haline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal vardır: 1) Ya Allah Rasulü'nün Süleyman Mabedi'ni gördüğü rivayetler asılsızdır. Zira ortada, gidilip görülecek bir mabed bulunmamaktadır. Nitekim, Miraç rivayetleri üzerine yapılan son çalışmalar, bu rivayetleri hayli sıkıntılı olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur (Bkz: İsrafil Balcı: İsrâ ve Mir'âçç Gerçeği, Ankara Okulu Yay.) Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Kur'an miraçtan hiç söz etmez. Bu surenin ilk âyetinde geçen İsrâ olayı ise, yine bu surenin 60. âyetinde Sevgili Peygamberimiz'e gösterilen bir rüya olduğu açıkça vurgulanır. Anlaşılan o ki, kıymete kanaat etmeyen birileri, peygamber yarıştırmanın dayanılmaz cazibesine kapılmışlar, bu surenin 1. âyetinin tefsiri olan 60. âyeti, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Bu durumda, eğer el-Mescidul'l-Aksa'nın Kudüs'teki Süleyman Mabedi olduğunu kabul edilecekse, bir kez daha, Nebi'nin oraya gittiğine dair tüm anlatımlar devre dışı bırakılmak zorundadır. Bu durumda, 60. ayette söylendiği gibi, Hz Peygamber'e rüyasında Süleyman Mabedi'nin yıkılmadan önceki hali gösterilmiş kabul edilmelidir. Bu şık, İsrâ 1'in arkasından İsrailoğullarından hayli ayrıntılı bir biçimde söz edilmesini de açıklayıcı mahiyettedir. Eğer bu yorum doğruysa, bununla verilen mesaj şu olsa gerektir: Dâvud ve Süleyman peygamberlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allah'u a'lem.
2) Ya da buradaki el-Mescidu'l-Aksâ ile kastedilen yer başka bir yerdir. Burası neresi olabilir? Bazılarının iddia ettiği gibi, el-Mecsidu'l-Aksa'nın Mescid-i Nebevi olması imkâmsızdır. Zira bu surenin Mekke'de indiği kesindir. O dönemde Yesrib'teki bir Mescid-i Nebevi'den söz etmek abesle iştigaldir. Geriye iki ihtimal kalıyor: ilki Allah Rasulü'nün bazen mü'minlerle birlikte namaz kılmaz için toplandıkları Mekke'nin dışında bir ibadet mahalli. Ezraki ve Vâkıdî'nin rivayet ettiğine göre bu mescit (secde mekânı), mü'minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke'ye on mil mesafedeki Cirane'de, bugünkü mikat mescidinin olduğu mevkidedir. Bu durumda, "Nebi'nin rüyada Cirane'deki mescide götürülmesinin sebeb-i hikmeti nedir?" sorusu, mukni bir cevap beklemektedir. İkinci ve uzak ihtimal, Tur 4'te geçen el-Beytu'l-Ma'mur'dur ve o göklerin ötesindeki "en uzak mescid" olarak yorumlanabilir. Bu yorum Hz Ali'ye atfedilir. M. Hamidullah, adı geçen mescidin Kudüs'te olmadığını Filistin'in Kur'an tarafından "uzak" değil "yakın" (30:3) olarak nitelenmesini delil gösterir ve âyette kastedilen mescidin "göklerde" olduğunu söyler.
6 Necm 18'de Rabbinin en büyük âyetini gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur. Necm sûresinde nuranî-melekî alemin beşerî âlemin ufkuna inişi (nüzûl), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrânî-melekî aleme yücelişi (isrâ) dile getirilmektedir.
7 Esrâ, "insanlık, şeref, onur" anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz. 89:4, not 5). es-Seriyy, "büyümek ve yücelmek" anlamına gelir (Lisân). Esrânın "yüceltme" anlamı, "yürüyüş" maddi değil manevi, yolculuğun yatay değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil "yüceltmek" olduğu sonucunu verir. Kur'an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alakası olmayan me'âric (43:33; 70:3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur'an'ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada olayı Kur'ani ismiyle (İsrâ) andık.
8 Miraç riavetlerinde beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130'da (Krş: 11:114, not 13) güneşin doğum ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere" beş vakit namaz farz kılınmıştır. Ayrıca Miraç'ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara'nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine'de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat söz konusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine âyetin nüzûl sebebi rivayeti söyler.
9 Vekil, şahit ve kefilden farklı olarak, elinde "her an müdahale yetkisi olan" otoriteyi ifade eder (Bkz. 12:66, not 66). Burada 54 ve 66'te "koruyucu otorite" anlamında kullanılmıştır.
10 İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nûh'un, örnek olarak takdim edilmesi, insanlık tarihinde sapmanın ârızî, tevhidin aslî olduğunu imâ içindir. Zımnen: Hiç kimse kendi sapmışlığına atalarını şahit gösteremez; çünkü insanlığın ataları sapmış değildi. Bu ve benzer âyetler ilâhî vefanın göstergesidir. Âlemlerin Rabbi, elçilerinin hatırasına sahip çıkmaktadır.
11 Lafzen: "kitapta.." Bununla kastedilenin İsrâiloğullarına gönderilen ilâhî mesajlar olduğu açıktır (Bkz: Zemahşerî). Bu âyet, 39 kitaptan oluşan Eski Ahid'de yere alan Levililer (26:14-39), Tesniye (28:15-68 ve 33:4), İşâyâ (5:24-30), Yeremyâ (2:28) kitaplarında ve İncil'de yer alan (Matta 23:33-37; Luka 21:10-24) Hz. İsa'nın İsrâiloğullarına uyarılarına bir atıf olsa gerektir.
12 MÖ.7. yüzyılda Kudüs'ü yerle bir eden Asur ve yüz yıl sonra Babil soykırımları kastediliyor. 'Ibâdenâ yerine 'ıbâden lenâ denilmesi, bunların "belalı" birileri olduğunu imâ eder.
13 Câsû, hâsû larak da okunur (İtkân III, 265).
14 Lafzen: "vaadin". Buradaki vaadden kasıt, Allah'ın bozgunculuk yapan ve küstahça börbürlenen toplumlar ve uygarlıkları için koyduğu yasadır. Bu yasa, en çapıcı ifadesi bu sûrenin 16. âyetinde bulur. Bu âyette İsrâiloğulları özellinde gündeme getirilen bu yasa, 16. âyette tüm insanlık tarihi için geçerli olan ilâhi bir kanun olarak zikredilmektedir.
15 "Bunun da sonucuna katlanırsınız" karşılığı, edatlardan oluşan fe-lehâ ibaresinin açılımıdır.
16 Yutebbirû: "kırsınlar, yerle bi etsinler, mahvetsinler". Bu yüzden her tür cam kırığına, demir ve altın kıymığına tibr adı verilir (Zeccâc). Haber verilen şeyin kesinkes olacağını bildiren tetbîr mastarının anlama kattığı pekiştirmeyi "paramparça" ile karşıladık (Krş Râzî). İzâ zaman zarfı, âyetteki tehdidi, geleceğe yönelik olarak da okumamıza izin verir.
17 Krş: 44:15. Allah hakkında ikinci çoğuldan (Rabbiniz), birinci çoğula geçiş (Biz) dikkat çekicidir (Krş 29:23).
18 Kâfırîn kelimesini, ahlâkî karşılığı olan "nankörler" olarak çevirdik (Kelimenin "nankörler" anlamında vahye nankörlük etmişlerdir. Hemen sonra gelen âyetin Kur'an vahyinden söz etmesi de bunu göstermektedir.
19 Hasîrâ, hem inkârda direnenler için cehennemin son durak kılınmasına, hem de kaçıp kurtulunması mümkün olmayan bir zindan kılınmasına delâlet eder (Taberî).
10 İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nûh'un, örnek olarak takdim edilmesi, insanlık tarihinde sapmanın ârızî, tevhidin aslî olduğunu imâ içindir. Zımnen: Hiç kimse kendi sapmışlığına atalarını şahit gösteremez; çünkü insanlığın ataları sapmış değildi. Bu ve benzer âyetler ilâhî vefanın göstergesidir. Âlemlerin Rabbi, elçilerinin hatırasına sahip çıkmaktadır.
11 Lafzen: "kitapta.." Bununla kastedilenin İsrâiloğullarına gönderilen ilâhî mesajlar olduğu açıktır (Bkz: Zemahşerî). Bu âyet, 39 kitaptan oluşan Eski Ahid'de yere alan Levililer (26:14-39), Tesniye (28:15-68 ve 33:4), İşâyâ (5:24-30), Yeremyâ (2:28) kitaplarında ve İncil'de yer alan (Matta 23:33-37; Luka 21:10-24) Hz. İsa'nın İsrâiloğullarına uyarılarına bir atıf olsa gerektir.
12 MÖ.7. yüzyılda Kudüs'ü yerle bir eden Asur ve yüz yıl sonra Babil soykırımları kastediliyor. 'Ibâdenâ yerine 'ıbâden lenâ denilmesi, bunların "belalı" birileri olduğunu imâ eder.
13 Câsû, hâsû larak da okunur (İtkân III, 265).
14 Lafzen: "vaadin". Buradaki vaadden kasıt, Allah'ın bozgunculuk yapan ve küstahça börbürlenen toplumlar ve uygarlıkları için koyduğu yasadır. Bu yasa, en çapıcı ifadesi bu sûrenin 16. âyetinde bulur. Bu âyette İsrâiloğulları özellinde gündeme getirilen bu yasa, 16. âyette tüm insanlık tarihi için geçerli olan ilâhi bir kanun olarak zikredilmektedir.
15 "Bunun da sonucuna katlanırsınız" karşılığı, edatlardan oluşan fe-lehâ ibaresinin açılımıdır.
16 Yutebbirû: "kırsınlar, yerle bi etsinler, mahvetsinler". Bu yüzden her tür cam kırığına, demir ve altın kıymığına tibr adı verilir (Zeccâc). Haber verilen şeyin kesinkes olacağını bildiren tetbîr mastarının anlama kattığı pekiştirmeyi "paramparça" ile karşıladık (Krş Râzî). İzâ zaman zarfı, âyetteki tehdidi, geleceğe yönelik olarak da okumamıza izin verir.
17 Krş: 44:15. Allah hakkında ikinci çoğuldan (Rabbiniz), birinci çoğula geçiş (Biz) dikkat çekicidir (Krş 29:23).
18 Kâfırîn kelimesini, ahlâkî karşılığı olan "nankörler" olarak çevirdik (Kelimenin "nankörler" anlamında vahye nankörlük etmişlerdir. Hemen sonra gelen âyetin Kur'an vahyinden söz etmesi de bunu göstermektedir.
19 Hasîrâ, hem inkârda direnenler için cehennemin son durak kılınmasına, hem de kaçıp kurtulunması mümkün olmayan bir zindan kılınmasına delâlet eder (Taberî).
27 Neml Sûresi 91 -93. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
91 (Ey Peygamber! De ki): "Ben yalnızca O'nun mübarek kıldığı şu şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum: zira her bir şey O'na aittir. Yine ben O'na gönülden teslim olanlardan biri olmakla emrolundum!
92 Bir de bu Kur'anı (insanlara) okuyup iletmekle..."
Bundan böyle kim doğru yola yönelirse, o kendisi için doğruyu bulmuş olur; kim de yoldan saparsa, o zaman de ki: "Ben sadece bir uyarıcıyım."
93 Nihayet de ki: "Hamd olsun O Allah'a ki, size alamet ve işaretlerini gösterecek; derhal siz de onları tanıyacaksınız."
Ve Rabbin yaptıklarınıza karşı asla kayıtsız kalmaz.
91 (Ey Peygamber! De ki): "Ben yalnızca O'nun mübarek kıldığı şu şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum: zira her bir şey O'na aittir. Yine ben O'na gönülden teslim olanlardan biri olmakla emrolundum!
92 Bir de bu Kur'anı (insanlara) okuyup iletmekle..."
Bundan böyle kim doğru yola yönelirse, o kendisi için doğruyu bulmuş olur; kim de yoldan saparsa, o zaman de ki: "Ben sadece bir uyarıcıyım."
93 Nihayet de ki: "Hamd olsun O Allah'a ki, size alamet ve işaretlerini gösterecek; derhal siz de onları tanıyacaksınız."
Ve Rabbin yaptıklarınıza karşı asla kayıtsız kalmaz.
18 Nisan 2017 Salı
25.Furkân Sûresi 60-77. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
60 Bir de kendilerine
"Yalnızca Rahmân olana secde edin!" denildiğinde,
"Rahmân da neymiş?74
Ne yani, şimdi sen bize neyi emredersen ona boyun mu eğeceğiz?" derler;
üstelik bu onların kaçışını daha da artırır.
61 Göğe büyük yıldız kümeleri serpiştiren,
yine oraya (güneş gibi ) bir ışık kaynağı
ve ay (gibi) bir ışık yansıtıcı75 yerleştiren Allah
ne yüce bir bereket kaynağıdır!
62 Ders almak,
ardından76 şükretmek isteyen kimseler için
geceyi ve gündüzü birbirinin peşine takan da O'dur.
63 Rahmân'ın has kulları olan kimseler,
yeryüzünde vakarlı bir tevazu ile yürürler
ve cahillerle muhatap olduklarında
"Selam!"77 der (geçer)ler.78
64 Yine onlar,
gecelerini Rablerinin huzurunda secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.79
65 Ve onlar
"Rabbimiz! derler,
"Cehennem azabını bizden uzak eyle!
Çünkü onun azabı oldum olası80
pek zorlayıcı, pek şedittir:
66 gerçekten de o pek kötü bir ikametgâh,
pek fena bir makamdır.
67 Ve onlar ki, infak ettikleri zaman
ne düşüncesizce saçıp savururlar
ne de pintilik ederler;
zaten bu ikisi arasındaki bir yol dengeli bir tavırdır.81
68 Yine onlar ki:
Allah'la beraber bir başka ilâha yalvarıp yakarmazlar;
meşru ve haklı bir gerekçeye dayanmaksızın82
Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymazlar;
zina da etmezler!
Zira, her kim bunları yaparsa günaha batmış olur
69 Kıyamet günü'nde onun terkedilmişlik acısı83 da kat kat olur
ve orada onursurca (tek başına) kalakalır.
70 Ancak kim dönüş yapar,
(yürekten) inanır
ve sorumlu davranırsa,
Allah işte böylelerinin kötü gidişatını iyi gidişata tebdil edecektir; hem zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcı,
eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
71 Kaldı ki her kim dönüş yapar ve sorumlu davranırsa, işte sadece böyleleri Allah'a gereği gibi yönelmiş sayılacaktır.
72 Yine onlar ki:
yalan ve sahte olandan yana
şahitlik etmezler;
yararsız ve anlamsız olan şeylerle karşılaştıklarında da vakarla geçip giderler.84
73 Yine onlar:
Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman,
sağırlar
ve körler gibi
(dinleyip anlamadan) üzerine üşüşmezler.85
74 Ve onlar derler ki:
"Rabbimiz!
Bize göz aydınlığı olacak eşler
ve nesiller ver
ve bizi muttakilere önder eyle!"
İşte böyleleridir
zorluklara göğüs germeleri sebebiyle
cennet köşkleriyle86 ödüllendirilecek kimseler;
hem oraya esenlik87 ve hayat bahşeden tarifsiz bir mutluluk tebriğiyle buyur edilecekler!88
76 Onlar orada ebedi kalacaklar:
o ne güzel bir ikamet mahalli ne kutlu bir makamdır.89
77 (Ey rasûl) de ki:
"Eğer duanı olmasaydı
Rabbim size niçin değer verecekti ki?"90
(Kâfirlere91 de ki):
"Sonuçta siz de yalanlamış bulunuyorsunuz:
bundan böyle (inkarınız) sizin yakanızı asla bırakmayacak!"92
Dipnotlar:
74 İnkârcı muhatapların Allah'ın "rahmân" ismine ve bu ismin içeriğine yönelik saplantılı tavarılarına ilişkin bkz: 13:30 ve 21:36, ilgili notlar. Rahmân Sûresi,bu soruya cevap olsa gerektir.
75 Hem "başkası tarafından aydınlanan nesne" hem de "başkasını aydınlatan özne" anlamına gelen munîrin, çift boyutlu dilsel yapısna dayanarak. (Krş: 10:5, not 11)
76 Lafzen: "veya..." Burada bir tercih bildirmekten çok ardışıklık ifade etse gerektir.
77 Buradaki selam "karşılama" değil "veda" selamıdır.
78 İdeal mü'minin özelliklerini beyan eden bu âyetlerle (63-75), yukarıdaki 61-62. âyetler arasında derin bir ilişik vardır. İdeal mü'min ya güneş gibi etrafına ışık ve hayat kaynağı olur, ya da ay gibi bir kaynaktan ışık yansıtır. Güneş gündüzün kaynağı, ay gecenin ışığı ve rehberidir. Hz Dâvut ve Hz Süleyman gibi insanlığın gündüzünde gelmeyip de Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahyâ gibi insanlığın gecesinde gelenler zamanı mazeret olarak sunamazlar. Eğer Allah'lı ve anlamlıysa sultan olmakla kurban olmak arasında fark olmamalıdır.
79 Zira, içinden aydınlanmayan dışını aydınlatamaz.
80"Oldum olası", kâne yardımcı fiilinin bu bağlamdaki en uygun açılımı.
81 Harcama ahlâkıyla ilgili bu dengeli tavrın dile geldiği bir başka âyet için bkz: 17:29. "Düşüncesizce saçıp savurmak", veren el iken alan el durumuna düşürecek bir ölçüsüzlüğü ifade eder.
82 Krş 6:151;17:33.
83'Azabın kök anlamı için bkz 68:33, not 29. Buradaki azabı kelime anlamı olarak almamızı gerekli kılan bir çok âyetten işte bir "Kim (Allah'ın huzuruna) ürettiği iyi bibr değerle gelirse, yaptığının on katını kazanacaktır: ama kim de ürettiği kötü bir değerle gelirse onun aynısıyla cezalandırılacak ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır (6:160; 40:40 ve 41:27, ilgili notlar).
84 Cümle başındaki vav harfi burada "dahi" anlamına gelen "da" işlevi görmektedir. Lağv, amacı gerçekleştirmede herhangi bir işlev üstlenmeyen her şey (Krş 233, not 5).
85 Mücahid'in açıklamasına dayanarak (La yefkahûne ve lâ yesme'ûn) (Taberi). Zımnen: İlâhi mesaja karşı olağanüstü bağlılık ve saygı gösterisi yaparlar, fakat onun ne dediğini anlamaya dinlemey yanaşmazlar (Krş Zemahşeri ve ondan iktibasla Râzî). Sahabe bu durumu Kur'anı yastık edinmek olarak nitelendirmişler ve lâ yutevessedu'l-Kur'an (Kur'an yastık edinilemez) demişlerdir.
86 Ğurfe, burada ve 29:58,34:37'de "cennetin yüce köşkleri"anlamına gelir (Râğıb).
87 Tahiyye buna benzer bağlamlarda "esenlik" anlamına gelir.
88 Selam'ın "mutluluk tebriği" anlamıyla ilgili bkz. 19:62.
89 66. âyetteki cehennemliklerin zıddına.
90 Bu âyet, çatısını değiştiren bir biçimde "De ki: (Allah'tan başkasına) duanız olmasa Rabbim sizi niçin cezalandırsın? şeklinde anlaşılabilir mi? Allahu a7lem hayır. Bu yorumun tek yararı bir sonraki âyetle uyum sağlamasıdır. Ama bu "uyum", uğruna ödenen bedelle mütenasip değildir. Zira 'abee (el'ıb) kelimesinin "yük, değer, kıymet" dışında ayrıca bir "ceza"manası yoktur. Buna ilaveten "Allah'tan başkasına" gibi metinde olmayan bir takdir gerektirir. Dua insanın Allah karşısındaki esas duruşudur. âyet duanın insanın varlık sebebi olduğunu söyler. Bu yüzden "dua ibadetin iliğidir." Zımnen: Dua etmek, bizatihi kabul olmuş bir duadır. Ey insan! Duanın kabul olup olmadığı değil, dua edip etmediğine bak! Zira dua eden kalp Allah'la diyalog halindedir.
91 İbn Abbas'a dayanarak (Taberi).
92 Veya: "Eğer kulluğunuz olmasaydı..." Son iki âyette dua ile yalanlama zıt kuttuplarada durmaktadır. Zımnen: Allah'a dua temke O'nu tasdik etmenin, duadan kaçmak ise O'nu yalanlamanın tezahürüdür.
60 Bir de kendilerine
"Yalnızca Rahmân olana secde edin!" denildiğinde,
"Rahmân da neymiş?74
Ne yani, şimdi sen bize neyi emredersen ona boyun mu eğeceğiz?" derler;
üstelik bu onların kaçışını daha da artırır.
61 Göğe büyük yıldız kümeleri serpiştiren,
yine oraya (güneş gibi ) bir ışık kaynağı
ve ay (gibi) bir ışık yansıtıcı75 yerleştiren Allah
ne yüce bir bereket kaynağıdır!
62 Ders almak,
ardından76 şükretmek isteyen kimseler için
geceyi ve gündüzü birbirinin peşine takan da O'dur.
63 Rahmân'ın has kulları olan kimseler,
yeryüzünde vakarlı bir tevazu ile yürürler
ve cahillerle muhatap olduklarında
"Selam!"77 der (geçer)ler.78
64 Yine onlar,
gecelerini Rablerinin huzurunda secdeye vararak ve kıyama durarak geçirirler.79
65 Ve onlar
"Rabbimiz! derler,
"Cehennem azabını bizden uzak eyle!
Çünkü onun azabı oldum olası80
pek zorlayıcı, pek şedittir:
66 gerçekten de o pek kötü bir ikametgâh,
pek fena bir makamdır.
67 Ve onlar ki, infak ettikleri zaman
ne düşüncesizce saçıp savururlar
ne de pintilik ederler;
zaten bu ikisi arasındaki bir yol dengeli bir tavırdır.81
68 Yine onlar ki:
Allah'la beraber bir başka ilâha yalvarıp yakarmazlar;
meşru ve haklı bir gerekçeye dayanmaksızın82
Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymazlar;
zina da etmezler!
Zira, her kim bunları yaparsa günaha batmış olur
69 Kıyamet günü'nde onun terkedilmişlik acısı83 da kat kat olur
ve orada onursurca (tek başına) kalakalır.
70 Ancak kim dönüş yapar,
(yürekten) inanır
ve sorumlu davranırsa,
Allah işte böylelerinin kötü gidişatını iyi gidişata tebdil edecektir; hem zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcı,
eşsiz bir merhamet kaynağıdır.
71 Kaldı ki her kim dönüş yapar ve sorumlu davranırsa, işte sadece böyleleri Allah'a gereği gibi yönelmiş sayılacaktır.
72 Yine onlar ki:
yalan ve sahte olandan yana
şahitlik etmezler;
yararsız ve anlamsız olan şeylerle karşılaştıklarında da vakarla geçip giderler.84
73 Yine onlar:
Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman,
sağırlar
ve körler gibi
(dinleyip anlamadan) üzerine üşüşmezler.85
74 Ve onlar derler ki:
"Rabbimiz!
Bize göz aydınlığı olacak eşler
ve nesiller ver
ve bizi muttakilere önder eyle!"
İşte böyleleridir
zorluklara göğüs germeleri sebebiyle
cennet köşkleriyle86 ödüllendirilecek kimseler;
hem oraya esenlik87 ve hayat bahşeden tarifsiz bir mutluluk tebriğiyle buyur edilecekler!88
76 Onlar orada ebedi kalacaklar:
o ne güzel bir ikamet mahalli ne kutlu bir makamdır.89
77 (Ey rasûl) de ki:
"Eğer duanı olmasaydı
Rabbim size niçin değer verecekti ki?"90
(Kâfirlere91 de ki):
"Sonuçta siz de yalanlamış bulunuyorsunuz:
bundan böyle (inkarınız) sizin yakanızı asla bırakmayacak!"92
Dipnotlar:
74 İnkârcı muhatapların Allah'ın "rahmân" ismine ve bu ismin içeriğine yönelik saplantılı tavarılarına ilişkin bkz: 13:30 ve 21:36, ilgili notlar. Rahmân Sûresi,bu soruya cevap olsa gerektir.
75 Hem "başkası tarafından aydınlanan nesne" hem de "başkasını aydınlatan özne" anlamına gelen munîrin, çift boyutlu dilsel yapısna dayanarak. (Krş: 10:5, not 11)
76 Lafzen: "veya..." Burada bir tercih bildirmekten çok ardışıklık ifade etse gerektir.
77 Buradaki selam "karşılama" değil "veda" selamıdır.
78 İdeal mü'minin özelliklerini beyan eden bu âyetlerle (63-75), yukarıdaki 61-62. âyetler arasında derin bir ilişik vardır. İdeal mü'min ya güneş gibi etrafına ışık ve hayat kaynağı olur, ya da ay gibi bir kaynaktan ışık yansıtır. Güneş gündüzün kaynağı, ay gecenin ışığı ve rehberidir. Hz Dâvut ve Hz Süleyman gibi insanlığın gündüzünde gelmeyip de Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahyâ gibi insanlığın gecesinde gelenler zamanı mazeret olarak sunamazlar. Eğer Allah'lı ve anlamlıysa sultan olmakla kurban olmak arasında fark olmamalıdır.
79 Zira, içinden aydınlanmayan dışını aydınlatamaz.
80"Oldum olası", kâne yardımcı fiilinin bu bağlamdaki en uygun açılımı.
81 Harcama ahlâkıyla ilgili bu dengeli tavrın dile geldiği bir başka âyet için bkz: 17:29. "Düşüncesizce saçıp savurmak", veren el iken alan el durumuna düşürecek bir ölçüsüzlüğü ifade eder.
82 Krş 6:151;17:33.
83'Azabın kök anlamı için bkz 68:33, not 29. Buradaki azabı kelime anlamı olarak almamızı gerekli kılan bir çok âyetten işte bir "Kim (Allah'ın huzuruna) ürettiği iyi bibr değerle gelirse, yaptığının on katını kazanacaktır: ama kim de ürettiği kötü bir değerle gelirse onun aynısıyla cezalandırılacak ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır (6:160; 40:40 ve 41:27, ilgili notlar).
84 Cümle başındaki vav harfi burada "dahi" anlamına gelen "da" işlevi görmektedir. Lağv, amacı gerçekleştirmede herhangi bir işlev üstlenmeyen her şey (Krş 233, not 5).
85 Mücahid'in açıklamasına dayanarak (La yefkahûne ve lâ yesme'ûn) (Taberi). Zımnen: İlâhi mesaja karşı olağanüstü bağlılık ve saygı gösterisi yaparlar, fakat onun ne dediğini anlamaya dinlemey yanaşmazlar (Krş Zemahşeri ve ondan iktibasla Râzî). Sahabe bu durumu Kur'anı yastık edinmek olarak nitelendirmişler ve lâ yutevessedu'l-Kur'an (Kur'an yastık edinilemez) demişlerdir.
86 Ğurfe, burada ve 29:58,34:37'de "cennetin yüce köşkleri"anlamına gelir (Râğıb).
87 Tahiyye buna benzer bağlamlarda "esenlik" anlamına gelir.
88 Selam'ın "mutluluk tebriği" anlamıyla ilgili bkz. 19:62.
89 66. âyetteki cehennemliklerin zıddına.
90 Bu âyet, çatısını değiştiren bir biçimde "De ki: (Allah'tan başkasına) duanız olmasa Rabbim sizi niçin cezalandırsın? şeklinde anlaşılabilir mi? Allahu a7lem hayır. Bu yorumun tek yararı bir sonraki âyetle uyum sağlamasıdır. Ama bu "uyum", uğruna ödenen bedelle mütenasip değildir. Zira 'abee (el'ıb) kelimesinin "yük, değer, kıymet" dışında ayrıca bir "ceza"manası yoktur. Buna ilaveten "Allah'tan başkasına" gibi metinde olmayan bir takdir gerektirir. Dua insanın Allah karşısındaki esas duruşudur. âyet duanın insanın varlık sebebi olduğunu söyler. Bu yüzden "dua ibadetin iliğidir." Zımnen: Dua etmek, bizatihi kabul olmuş bir duadır. Ey insan! Duanın kabul olup olmadığı değil, dua edip etmediğine bak! Zira dua eden kalp Allah'la diyalog halindedir.
91 İbn Abbas'a dayanarak (Taberi).
92 Veya: "Eğer kulluğunuz olmasaydı..." Son iki âyette dua ile yalanlama zıt kuttuplarada durmaktadır. Zımnen: Allah'a dua temke O'nu tasdik etmenin, duadan kaçmak ise O'nu yalanlamanın tezahürüdür.
16 Nisan 2017 Pazar
23.Mü'minûn Suresi 65-71. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
65 Bugün imdat dilemeyin; çünkü Bizden size asla yardım ulaştırılmayacak! 66 Hem evvelce mesajlarımız size ulaştırılmıştı. Buna rağmen siz ısrarla arkanızı dönüyorsunuz; 67 ona karşı böbürlenerek, sokulduğunuz karanlığın koynunda atıp tutuyordunuz.54
68 İyi de, onlar (bu) sözü hiç mi düşünmediler? Ya da kendilerinden önce gelip geçmiş atalarına hiç ulaşmamış olan bir şey mi gelmiş onlara? 69 Veya elçilerini tanımadılar da, bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? 70 Ya yoksa, onu cinnet geçirmekle mi suçluyorlar?
Yoo, aksine o onlara gerçeği getirdi; ama onların çoğu katıksız55 gerçeği sevmiyor.
71 Ama eğer hakikat onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi.
Aksine, Biz onlar, kendi (insanlık) şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler.56
Yoo, aksine o onlara gerçeği getirdi; ama onların çoğu katıksız55 gerçeği sevmiyor.
71 Ama eğer hakikat onların keyiflerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve içindekiler mahvolur giderdi.
Aksine, Biz onlar, kendi (insanlık) şeref ve onurlarını hatırlattık, fakat onlar kendi şereflerini hatırlamaktan yüz çevirdiler.56
Dipnotlar:
54 "Ak'ın zıttı, kara" anlamına gelen semr kökünden türetilen es-sâmir, zifiri karanlık sayesinde bir araya gelinen yere denir (Mekâyîs). Bu nedenle olsa gerek "gece masal anlatana" da aynı isim verilmiştir (Lisan). Sâmiran tehcuûn burada deyimsel bir anlamda kullanılmıştır. Vahye sırt çevirenler, yarasalar gibi karanlığa sığındıkları îmâ edilmektedir. Çevirimiz, ibârenin bu çağrışımlarını yansıtmayı amaçlar.
55 el-Hak kelimesindeki belirlilik takısının anlama katkısı. Zımnen: Gerçeğin saf olanını değil bâtıl karışmış olanını seviyorlar. Yani, gerçeği kirletmeyi seviyorlar.
56 Zikrin "şeref ve onur" anlamına kullanıldığı bir âyet için bkz: 43:44, not 31.
55 el-Hak kelimesindeki belirlilik takısının anlama katkısı. Zımnen: Gerçeğin saf olanını değil bâtıl karışmış olanını seviyorlar. Yani, gerçeği kirletmeyi seviyorlar.
56 Zikrin "şeref ve onur" anlamına kullanıldığı bir âyet için bkz: 43:44, not 31.
21.Enbiya Sûresi 30-33. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
30 İnkârda ısrar eden o kimseler görmezler mi ki; gökler ve yer başlangıçta bitişikken biz onları ayırdık38 ve (hareket edebilen) her canlıyı39 sudan var ettik!40
30 İnkârda ısrar eden o kimseler görmezler mi ki; gökler ve yer başlangıçta bitişikken biz onları ayırdık38 ve (hareket edebilen) her canlıyı39 sudan var ettik!40
Buna rağmen hâlâ inanmayacaklar mı?
31 Ve yeryüzünde kendilerini sarsar diye sağlam ve sarsılmaz dağlar var ettik;41 ve onların aralarında, yollarını bulabilsinler diye vadiler açtık.42 32 Ve göğü güvenlikli bir kubbe olarak tepelerine diktik; ama onlar, bu tür göstergelerle işaret ettiğimiz (hakikatlere) sırt çeviriyorlar. 33 Oysa gece ve gündüzü, güneşi ve Ay'ı yaratan da O'dur; (ama yıldız ve gezegenlerin) hepsi de (kendileri için tespit edilen) bir yörüngede akıp durmaktadırlar.43
Dipnotlar:
38 Buradaki ratk ile âlemin varoluş öncesi potansiyel hali, fetk ile de bunun fiilî varlık olarak ortaya çıkma hali kastedilmiş olabilir (Ebu Müslim'den Râzî). Fâtır 1 ve Bakara 117'deki yoktan yaratılıştan bir sonraki aşamayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
39 Parantez içindeki "hareket eden" açıklamamız, aynı yaratılış gerçeğini vurgulayan Nûr 42'te yer alan dâbbe (kendiliğinden hareket eden) kelimesine dayanmaktadır.
40 Su belirlilik takısıyla gelmiştir. Bu metne şöyle yansıyabilir: "herkesin bildiği su..."
38 Buradaki ratk ile âlemin varoluş öncesi potansiyel hali, fetk ile de bunun fiilî varlık olarak ortaya çıkma hali kastedilmiş olabilir (Ebu Müslim'den Râzî). Fâtır 1 ve Bakara 117'deki yoktan yaratılıştan bir sonraki aşamayı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
39 Parantez içindeki "hareket eden" açıklamamız, aynı yaratılış gerçeğini vurgulayan Nûr 42'te yer alan dâbbe (kendiliğinden hareket eden) kelimesine dayanmaktadır.
40 Su belirlilik takısıyla gelmiştir. Bu metne şöyle yansıyabilir: "herkesin bildiği su..."
41 Dağların kazık olması, adına "izostasi" denilen çivi etkisi meydana getirerek kıtaları dengelemektedir.
42 Dağlar ve vadiler, zirveler ve çukurlar, yaratılmışlar dünyasının çift kutuplu yapısına bir göndermedir. (Bkz 16:15, not 23)
43 Zımnen: kâinatın kütle çekimiyle içine çökmeden kalabilmesi Allah'ın koyduğu kozmik tavaf sayesinde mümkün olmaktadır. Felek, "dairevî ve küresel olan her şeyi"kapsar (Taberi). Burada gök cisimlerinin hem yuvarlaklığına, hem dönüşüne, hem "yörüngelerine" bir işaret bulunabilirse de, asıl maksat kozmik bilgiler değil ahlâkî öğütlerdir. Nihilizmi kökünden reddeden bu âyetlerin verdiği öğüt şudur: Âlemde 'cansız' diye nitelenen varlıkların bile bir anlamı ve amacı varken, varlık ağacının en soylu meyvesi olan insanın bir anlam ve amacı olmasın mı? Ya da: Gök nesnelerine bir yol tayin eden Allah, insan gibi akıllı ve iradeli bir varlık için bir yol ve güzergâh belirlemesin mi?
42 Dağlar ve vadiler, zirveler ve çukurlar, yaratılmışlar dünyasının çift kutuplu yapısına bir göndermedir. (Bkz 16:15, not 23)
43 Zımnen: kâinatın kütle çekimiyle içine çökmeden kalabilmesi Allah'ın koyduğu kozmik tavaf sayesinde mümkün olmaktadır. Felek, "dairevî ve küresel olan her şeyi"kapsar (Taberi). Burada gök cisimlerinin hem yuvarlaklığına, hem dönüşüne, hem "yörüngelerine" bir işaret bulunabilirse de, asıl maksat kozmik bilgiler değil ahlâkî öğütlerdir. Nihilizmi kökünden reddeden bu âyetlerin verdiği öğüt şudur: Âlemde 'cansız' diye nitelenen varlıkların bile bir anlamı ve amacı varken, varlık ağacının en soylu meyvesi olan insanın bir anlam ve amacı olmasın mı? Ya da: Gök nesnelerine bir yol tayin eden Allah, insan gibi akıllı ve iradeli bir varlık için bir yol ve güzergâh belirlemesin mi?
14 Nisan 2017 Cuma
20.Tâhâ Sûresi 1-8. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
1 EY İNSAN!1 2 Biz bu ilâhi hitabı sana zorluk çekip mutsuz olasın diye indirmedik;2 3 yalnızca Allah'ın sevgisini yitirmekten korkan kimselere bir uyarı olsun için (indirdik):3 4 yeri ve yüce gökleri yaratan Zat tarafından indirilmedir bu! 5 O rahmet kaynağı ki, mutlak hükümranlık makamına sadece O kurulmuştur.4 6 Göklerde, yerde, bunların arasında ve toprağın bağrında5 ne varsa O'na aittir.
7 Düşünceni6 ister yüksek sesle dile getir (ister getirme); unutma ki O, gizli (düşünceleri) bildiği gibi, ondan daha gizli (duyguları) da bilir.7 8 Allah... O kendisinden başka ilâh bulunmayandır; en güzel nitelikler, tüm mükemmellikler yalnızca O'na mahsustur.8
Dipnotlar
1tâhâ'nın 'Akk lügatinde "ey insan mânasında kullanıldığını söyler. Başta Ferrâ olmak üzere, Kûfe dil okulu da bu görüştedir. Bazı müfessirler tâ-hâ'nın mukatta'at harflerinden olduğu görüşündedir. Basra dil okulu ve onun ünlü ismi Ebu Ubeyde, ısrarla bu görüşü savunur. Fakat Taberî, eski Arap şiirinden verdiği örneklerle karşıt görüşü çörütür. Hiç kuşkusuz buradaki "ey insan" hitabı ilk muhatabın şahsında vahye muhatap olan her insandır.
2 Teşkâ, "saadetin zıddı anlamındadır (Rağıb). Yalınkat bir "meşakkat" değil, "mutluluğu azaltan" ya da "yok eden" vurgusu taşır. Zımnen: Ey insan, Biz Kur'an'ı senin mutluluğun için indirdik!
3 Haşyet için bkz: 2:74 not 181; 10:62, not 83. Allah'tan korkmak, korku terbiyesine sahip olmaktır. Korkuya tutsak olmamanın en iyi yolu budur. İnsanın korkusunu sadece Allah istismar etmez. Bir önceki âyette bahsedilen mutluluğa ulaşmanın bedeli işte bu haşyettir.
4 'Arş, "otorite ve hükümdarlıktan" kinayedir. Kur'an'da Allah'ın geçtiği her yerde âlemlerin yaratılışıyla ilgili bağlamlarda kullanılır (Bkz: İtkan III, 145).
5 İlk anlamı "nemli toprak" olan serânın bağrında sakladığı canlı ve organik dünyayı çağrıştıran vurgusu çeviriye "bağrında" karşılığı ile yansımıştır.
6 Kavl bu bağlamda "düşünce" vurgusu taşır (Krş: 18:39)
7 Sırr, insanın "bilip de gizledikleri" olduğuna göre, "daha gizli-saklı anlamına gelen ahfâ, sırdan daha derinde olmalıdır. Âyetin girişiyle birlikte ele aldığımızda birinci tür gizleri dile getirilmesi kolay olan düşünceye, ikincisini dile getirilmesi çok daha zor olan duyguya hasretmek yanlış olmayacaktır. Zımnen: Allah seni senden iyi bilir ve bu yüzden seni senin şerrinden de korur.
8 el-Esmau'l Husnâ kullanıldığı dört yerde de tahsis lâm'ı ile gelir. Mükemmelliğin Allah'a mahsus olduğunu ifade eder (diğerleri için bkz: 17:110; 7:180 ve 59:24). Terkipteki esmânın tekili olan isim, vesm (işaret) ve sumuv (yücelik) köküne nispet edilir. Birinici ilâhî esamnın teşbîhî boyutuna, ikincisi tenzîhî boyutuna delâlet eder. "Yüceltme" mânasındaki sumuv, aslında soyutlamayı da ifade eder. Zira soyutlama, şeyleri idrak düzeyine yüceltmedir. Elbet bu içkin varlıklar için geçerlidir. Ama sonsuz ve Mutlak Varlık Allah hakkında konuşmanın önündeki en büyük engel dildir. Dilin katı mekaniği, Mutlak varlık hakkında konuşmayı sınırlar. Bunu aşmanın tek yolu vardır: mecaza başvurmak. İşte vesm kökü burada devreye girer ve Allah'ın esmasının O'nun niteliklerine ancak mecazen delâlet edebileceğine işaret eder.
4 'Arş, "otorite ve hükümdarlıktan" kinayedir. Kur'an'da Allah'ın geçtiği her yerde âlemlerin yaratılışıyla ilgili bağlamlarda kullanılır (Bkz: İtkan III, 145).
5 İlk anlamı "nemli toprak" olan serânın bağrında sakladığı canlı ve organik dünyayı çağrıştıran vurgusu çeviriye "bağrında" karşılığı ile yansımıştır.
6 Kavl bu bağlamda "düşünce" vurgusu taşır (Krş: 18:39)
7 Sırr, insanın "bilip de gizledikleri" olduğuna göre, "daha gizli-saklı anlamına gelen ahfâ, sırdan daha derinde olmalıdır. Âyetin girişiyle birlikte ele aldığımızda birinci tür gizleri dile getirilmesi kolay olan düşünceye, ikincisini dile getirilmesi çok daha zor olan duyguya hasretmek yanlış olmayacaktır. Zımnen: Allah seni senden iyi bilir ve bu yüzden seni senin şerrinden de korur.
8 el-Esmau'l Husnâ kullanıldığı dört yerde de tahsis lâm'ı ile gelir. Mükemmelliğin Allah'a mahsus olduğunu ifade eder (diğerleri için bkz: 17:110; 7:180 ve 59:24). Terkipteki esmânın tekili olan isim, vesm (işaret) ve sumuv (yücelik) köküne nispet edilir. Birinici ilâhî esamnın teşbîhî boyutuna, ikincisi tenzîhî boyutuna delâlet eder. "Yüceltme" mânasındaki sumuv, aslında soyutlamayı da ifade eder. Zira soyutlama, şeyleri idrak düzeyine yüceltmedir. Elbet bu içkin varlıklar için geçerlidir. Ama sonsuz ve Mutlak Varlık Allah hakkında konuşmanın önündeki en büyük engel dildir. Dilin katı mekaniği, Mutlak varlık hakkında konuşmayı sınırlar. Bunu aşmanın tek yolu vardır: mecaza başvurmak. İşte vesm kökü burada devreye girer ve Allah'ın esmasının O'nun niteliklerine ancak mecazen delâlet edebileceğine işaret eder.
11 Nisan 2017 Salı
16.Nahl Suresi 125-128. Âyetler
Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
125 Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; ve onlara (karşı) öyle bir mücadele yöntemi ortaya koy ki, o en güzeli, en etkilisi olsun! Çünkü senin Rabbin var ya:işte O kendi yolundan sapan kimseyi de, doğru yola yöneleni de en iyi bilendir.
126 İmdi siz, cezalandırdığınızda mutlaka sizin maruz kaldığınız miktarı aşmadan cezalandırırız; yok eğer sabrederseniz, bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
126 İmdi siz, cezalandırdığınızda mutlaka sizin maruz kaldığınız miktarı aşmadan cezalandırırız; yok eğer sabrederseniz, bu, sabredenler için daha hayırlıdır.
127 Ve sen de sabret ve (unutma ki) senin sabretmen yalnızca Allah sayesinde mümkündür! Hele onların çevirdikleri entrikalardan dolayı için hiç daralmasın!
128 Çünkü Allah sorumluluk bilincine sahip olanlar ve iyilik ve erdemi hayat tarzı hâline getirenlerle beraberdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)