Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım
1 Yarattıklarına benzemekten münezzeh, mutlak aşkın ve yüce O (Allah) ki,1 kulunu2 gecenin bir vaktinde3 Mescid-i Haram'dan çeveresini bereketli kıldığımız4 Mescid-i Aksâ'ya,5 âyetlerimizin bir kısmını gösterelim6 diye yürüttü:7 zira O, evet sadece O'dur her şeyi işitip gören.8
2 Yine Biz, Musa'ya (da) kitabı vermiş ve onu İsrâiloğulları için bir doğru yol haritası kılarak (demiştik ki): "Benim dışımda, herhangi bir koruyucu otorite9 edineyim demeyin!
3 Siz, ey Nûh'la birlikte (gemide) taşıdıklarımızın soyundan gelenler! Unutmayın ki o hep şükreden bir kuldu!"10
4 Ve İsrâiloğullarına vahiy yoluyla (şunu) bildirdik: "Mutlaka yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkartacak ve küstahça böbürlenip büyüklük taslayacaksınız!"11
5 İşte bu iki uyarıdan birincisinin vakti geldiğinde, sizin üzerinize şu Bizim (belalı) kullardan musallat ettik;12 öyle ki, bunlar köşe bucak her yeri arayıp taradılar:13 zira bu, sadece (böyle yapanlar için) konulmuş bir yasanın14 uygulanmasıydı.
6 Daha sonra tekrar onlara galip gelmenizi temin ettik; ve sizi hem mal, hem de evlatça destekleyip sayınızı artırarak (şu mesajı verdik): 7 "Eğer iyilik ederseniz yalnızca kendinize iyilik yapmış olusunuz, yok eğer kötülük ederseniz bunun da sonucuna katlanırsınız."15
Derken, sonuncu uyarının da vakti gelip çattığında (yeni düşmanlar gönderdik/göndereceğiz); ki sizler için yüzkarası olan öncekilerin girişi gibi, Mabed'e (destursuz) girip ele geçirecekleri her şeyi paramparça edip mahvetsinler.16
8 Tabii ki Rabbinizin size rahmetiyle muamele etmesi umulabilir; ama eğer siz (günaha) dönerseniz, Biz de (cezaya) döneriz.17 Zira Biz cehennemi nankörleri18 çepeçevre kuşatan bir hisar kılmışızdır.19
4 Ve İsrâiloğullarına vahiy yoluyla (şunu) bildirdik: "Mutlaka yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkartacak ve küstahça böbürlenip büyüklük taslayacaksınız!"11
5 İşte bu iki uyarıdan birincisinin vakti geldiğinde, sizin üzerinize şu Bizim (belalı) kullardan musallat ettik;12 öyle ki, bunlar köşe bucak her yeri arayıp taradılar:13 zira bu, sadece (böyle yapanlar için) konulmuş bir yasanın14 uygulanmasıydı.
6 Daha sonra tekrar onlara galip gelmenizi temin ettik; ve sizi hem mal, hem de evlatça destekleyip sayınızı artırarak (şu mesajı verdik): 7 "Eğer iyilik ederseniz yalnızca kendinize iyilik yapmış olusunuz, yok eğer kötülük ederseniz bunun da sonucuna katlanırsınız."15
Derken, sonuncu uyarının da vakti gelip çattığında (yeni düşmanlar gönderdik/göndereceğiz); ki sizler için yüzkarası olan öncekilerin girişi gibi, Mabed'e (destursuz) girip ele geçirecekleri her şeyi paramparça edip mahvetsinler.16
8 Tabii ki Rabbinizin size rahmetiyle muamele etmesi umulabilir; ama eğer siz (günaha) dönerseniz, Biz de (cezaya) döneriz.17 Zira Biz cehennemi nankörleri18 çepeçevre kuşatan bir hisar kılmışızdır.19
Dipnotlar:
1 İsimleşmiş bir mastar olan subhân, "aşkın olanı aşkın bilmek, yüceliği takdiretmke"anlamında, vahyin muhatabının Allah tasavvurunu inşâya yönelik bir anhatar kavramdır. İsrâ ile iligili bir âyetin başında gelmiş olması hayli anlamlıdır. Çünkü İsra, 60. âyetin de açıkça söylediği gibi, Hz Peygamber'e rüyâ aleminde yaptırılan bir yolculuktur. Hz. Peygamber'in rüyada yaşadığı bu özel tecrübenin niteliğini ancak onu tecrübe eden bilir. Rüya âleminde yapılan bu yolculuk üzerinde yapılacak spekülasyonlara dört âdet sınır çizilir âyette: 1)Tenzih ifade eden subhân lahzı: 2) Bu müşahedenin muhatabının "Kul" ('abd) olduğunun hatırlatılması, 3) "Mucizevî âyetlerden bir kısmının" gösterildiğini ifade eden min âyâtinâ ibaresi; 4 her şeyi gören ve bilenin sadece Allah olduğunu ifade eden es-Semi ve el-Basîr isimleri. Subhân ile, Allah'ın tüm beşeri niteliklerden beri olan yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme teşebbüsü, daha baştan reddedilir. Nebi, suhanallahı şöyle tefsir eder: "Allah'ı her noksandan uzak ve beri bilmektir" (Taberî).
2 Yukarıdaki notta açıkladığımız subhân, nasıl ki İsrâ olayını tasavvur ederken Allah'ın mutlak ve sınırsız zâtını içkinleştirmemeyi hatırlatıyorsa, buradaki "kul" da Hz. Peygamber'in beşerî ve sınırlı kimliğini aşkınlaştırmamayı hatırlatır. Âyetin sonunda yer alan "zira O, evet sadece O'dur herşeyi işitip her şeyi gören" cümlesi, neden Allah'ı sembollerinden sadece bir kısmını (min âyâtinâ) gösterildiğini açıklamaktadır. Çünkü Hz. Peygamber de dahil hiçbir insana aşkın hakikatlerin tümü sunulmamıştır. Muhataba söylenen şudur: 'İsrâ'yı anlamaya çalışırken sınırları gözet! Ne Allah'ın aşkın yüceliğine halel getirecek, ne Hz. Peygamber'i beşerî kimliğinden soyutlayacak,ne de aşkın hakikatlerin tümüne Nebi'nin vâkıf kılındığı anlamına gelecek bir yoruma meydan verme!'
60. âyette, İsra'ya atıf olduğu açık olan ru'yanın, tıpkı Kur'an'da geçen "lânetli ağaç" örneğinde olduğu gibi "insan için bir sınav" kılındığı ifade edilir. İsrâ'nın "sınav" olma niteliğiyle bu âyetteki uyarıları birleştirdiğimizde, İsrâ olayı konusunda bilincimize çizilen sınırlar da ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphesiz İsrâ, ilerleme mitine karşı yücelme hakikatini temsil eder. Birincisi Allah'tan kopuk, ikinicisi Allah'lı, Allah'la ve Allah'adır. Birincisi dünyevileşmedir ve fiyatlar üzerine inşâ edilir. İkincisi ulvileşmedir ve değerler üzerinde yükselir.
3 Veya: "kısa bibr vaktinde.." Leylenin belirsiz olarak gelmesi, anlama "bir vakti" ya da "kısa bir vakti" olarak yansır. (Krş: Zemahşehri ve İtkân II, 292). Leylen bir vakit tayinidir. Oysa ki düş zamandan bağımsızdır. Kur'an'da sözü edilen diğer rüyalarda zamandan bahsedilmez.
4 Bu bereketin niteliği için bkz: 7:137, not97.
5 el-Mescid'l-Aksa: "en uzak mabed" veya mescid'in lügat anlamıyla "secde edilecek en uzak yer". Tefsirlere göre bu, Kudüs'te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (Krş: 7:137; 21:71, 81) Süleyman mabedi ve onun çevresinde yer alan verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs'te Süleyman Mabedi'nin olmayışıdır. Zira MS. 70'teki Titus katilamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün "ağlama duvarı" olarak kullanılan yarım bir duvar kalmış, mabedin yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük haline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal vardır: 1) Ya Allah Rasulü'nün Süleyman Mabedi'ni gördüğü rivayetler asılsızdır. Zira ortada, gidilip görülecek bir mabed bulunmamaktadır. Nitekim, Miraç rivayetleri üzerine yapılan son çalışmalar, bu rivayetleri hayli sıkıntılı olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur (Bkz: İsrafil Balcı: İsrâ ve Mir'âçç Gerçeği, Ankara Okulu Yay.) Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Kur'an miraçtan hiç söz etmez. Bu surenin ilk âyetinde geçen İsrâ olayı ise, yine bu surenin 60. âyetinde Sevgili Peygamberimiz'e gösterilen bir rüya olduğu açıkça vurgulanır. Anlaşılan o ki, kıymete kanaat etmeyen birileri, peygamber yarıştırmanın dayanılmaz cazibesine kapılmışlar, bu surenin 1. âyetinin tefsiri olan 60. âyeti, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Bu durumda, eğer el-Mescidul'l-Aksa'nın Kudüs'teki Süleyman Mabedi olduğunu kabul edilecekse, bir kez daha, Nebi'nin oraya gittiğine dair tüm anlatımlar devre dışı bırakılmak zorundadır. Bu durumda, 60. ayette söylendiği gibi, Hz Peygamber'e rüyasında Süleyman Mabedi'nin yıkılmadan önceki hali gösterilmiş kabul edilmelidir. Bu şık, İsrâ 1'in arkasından İsrailoğullarından hayli ayrıntılı bir biçimde söz edilmesini de açıklayıcı mahiyettedir. Eğer bu yorum doğruysa, bununla verilen mesaj şu olsa gerektir: Dâvud ve Süleyman peygamberlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allah'u a'lem.
2) Ya da buradaki el-Mescidu'l-Aksâ ile kastedilen yer başka bir yerdir. Burası neresi olabilir? Bazılarının iddia ettiği gibi, el-Mecsidu'l-Aksa'nın Mescid-i Nebevi olması imkâmsızdır. Zira bu surenin Mekke'de indiği kesindir. O dönemde Yesrib'teki bir Mescid-i Nebevi'den söz etmek abesle iştigaldir. Geriye iki ihtimal kalıyor: ilki Allah Rasulü'nün bazen mü'minlerle birlikte namaz kılmaz için toplandıkları Mekke'nin dışında bir ibadet mahalli. Ezraki ve Vâkıdî'nin rivayet ettiğine göre bu mescit (secde mekânı), mü'minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke'ye on mil mesafedeki Cirane'de, bugünkü mikat mescidinin olduğu mevkidedir. Bu durumda, "Nebi'nin rüyada Cirane'deki mescide götürülmesinin sebeb-i hikmeti nedir?" sorusu, mukni bir cevap beklemektedir. İkinci ve uzak ihtimal, Tur 4'te geçen el-Beytu'l-Ma'mur'dur ve o göklerin ötesindeki "en uzak mescid" olarak yorumlanabilir. Bu yorum Hz Ali'ye atfedilir. M. Hamidullah, adı geçen mescidin Kudüs'te olmadığını Filistin'in Kur'an tarafından "uzak" değil "yakın" (30:3) olarak nitelenmesini delil gösterir ve âyette kastedilen mescidin "göklerde" olduğunu söyler.
6 Necm 18'de Rabbinin en büyük âyetini gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur. Necm sûresinde nuranî-melekî alemin beşerî âlemin ufkuna inişi (nüzûl), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrânî-melekî aleme yücelişi (isrâ) dile getirilmektedir.
7 Esrâ, "insanlık, şeref, onur" anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz. 89:4, not 5). es-Seriyy, "büyümek ve yücelmek" anlamına gelir (Lisân). Esrânın "yüceltme" anlamı, "yürüyüş" maddi değil manevi, yolculuğun yatay değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil "yüceltmek" olduğu sonucunu verir. Kur'an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alakası olmayan me'âric (43:33; 70:3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur'an'ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada olayı Kur'ani ismiyle (İsrâ) andık.
8 Miraç riavetlerinde beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130'da (Krş: 11:114, not 13) güneşin doğum ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere" beş vakit namaz farz kılınmıştır. Ayrıca Miraç'ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara'nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine'de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat söz konusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine âyetin nüzûl sebebi rivayeti söyler.
4 Bu bereketin niteliği için bkz: 7:137, not97.
5 el-Mescid'l-Aksa: "en uzak mabed" veya mescid'in lügat anlamıyla "secde edilecek en uzak yer". Tefsirlere göre bu, Kudüs'te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (Krş: 7:137; 21:71, 81) Süleyman mabedi ve onun çevresinde yer alan verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs'te Süleyman Mabedi'nin olmayışıdır. Zira MS. 70'teki Titus katilamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün "ağlama duvarı" olarak kullanılan yarım bir duvar kalmış, mabedin yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük haline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal vardır: 1) Ya Allah Rasulü'nün Süleyman Mabedi'ni gördüğü rivayetler asılsızdır. Zira ortada, gidilip görülecek bir mabed bulunmamaktadır. Nitekim, Miraç rivayetleri üzerine yapılan son çalışmalar, bu rivayetleri hayli sıkıntılı olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur (Bkz: İsrafil Balcı: İsrâ ve Mir'âçç Gerçeği, Ankara Okulu Yay.) Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Zira Kur'an miraçtan hiç söz etmez. Bu surenin ilk âyetinde geçen İsrâ olayı ise, yine bu surenin 60. âyetinde Sevgili Peygamberimiz'e gösterilen bir rüya olduğu açıkça vurgulanır. Anlaşılan o ki, kıymete kanaat etmeyen birileri, peygamber yarıştırmanın dayanılmaz cazibesine kapılmışlar, bu surenin 1. âyetinin tefsiri olan 60. âyeti, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Bu durumda, eğer el-Mescidul'l-Aksa'nın Kudüs'teki Süleyman Mabedi olduğunu kabul edilecekse, bir kez daha, Nebi'nin oraya gittiğine dair tüm anlatımlar devre dışı bırakılmak zorundadır. Bu durumda, 60. ayette söylendiği gibi, Hz Peygamber'e rüyasında Süleyman Mabedi'nin yıkılmadan önceki hali gösterilmiş kabul edilmelidir. Bu şık, İsrâ 1'in arkasından İsrailoğullarından hayli ayrıntılı bir biçimde söz edilmesini de açıklayıcı mahiyettedir. Eğer bu yorum doğruysa, bununla verilen mesaj şu olsa gerektir: Dâvud ve Süleyman peygamberlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allah'u a'lem.
2) Ya da buradaki el-Mescidu'l-Aksâ ile kastedilen yer başka bir yerdir. Burası neresi olabilir? Bazılarının iddia ettiği gibi, el-Mecsidu'l-Aksa'nın Mescid-i Nebevi olması imkâmsızdır. Zira bu surenin Mekke'de indiği kesindir. O dönemde Yesrib'teki bir Mescid-i Nebevi'den söz etmek abesle iştigaldir. Geriye iki ihtimal kalıyor: ilki Allah Rasulü'nün bazen mü'minlerle birlikte namaz kılmaz için toplandıkları Mekke'nin dışında bir ibadet mahalli. Ezraki ve Vâkıdî'nin rivayet ettiğine göre bu mescit (secde mekânı), mü'minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke'ye on mil mesafedeki Cirane'de, bugünkü mikat mescidinin olduğu mevkidedir. Bu durumda, "Nebi'nin rüyada Cirane'deki mescide götürülmesinin sebeb-i hikmeti nedir?" sorusu, mukni bir cevap beklemektedir. İkinci ve uzak ihtimal, Tur 4'te geçen el-Beytu'l-Ma'mur'dur ve o göklerin ötesindeki "en uzak mescid" olarak yorumlanabilir. Bu yorum Hz Ali'ye atfedilir. M. Hamidullah, adı geçen mescidin Kudüs'te olmadığını Filistin'in Kur'an tarafından "uzak" değil "yakın" (30:3) olarak nitelenmesini delil gösterir ve âyette kastedilen mescidin "göklerde" olduğunu söyler.
6 Necm 18'de Rabbinin en büyük âyetini gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur. Necm sûresinde nuranî-melekî alemin beşerî âlemin ufkuna inişi (nüzûl), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrânî-melekî aleme yücelişi (isrâ) dile getirilmektedir.
7 Esrâ, "insanlık, şeref, onur" anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz. 89:4, not 5). es-Seriyy, "büyümek ve yücelmek" anlamına gelir (Lisân). Esrânın "yüceltme" anlamı, "yürüyüş" maddi değil manevi, yolculuğun yatay değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil "yüceltmek" olduğu sonucunu verir. Kur'an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alakası olmayan me'âric (43:33; 70:3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur'an'ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada olayı Kur'ani ismiyle (İsrâ) andık.
8 Miraç riavetlerinde beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130'da (Krş: 11:114, not 13) güneşin doğum ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere" beş vakit namaz farz kılınmıştır. Ayrıca Miraç'ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara'nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine'de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat söz konusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine âyetin nüzûl sebebi rivayeti söyler.
9 Vekil, şahit ve kefilden farklı olarak, elinde "her an müdahale yetkisi olan" otoriteyi ifade eder (Bkz. 12:66, not 66). Burada 54 ve 66'te "koruyucu otorite" anlamında kullanılmıştır.
10 İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nûh'un, örnek olarak takdim edilmesi, insanlık tarihinde sapmanın ârızî, tevhidin aslî olduğunu imâ içindir. Zımnen: Hiç kimse kendi sapmışlığına atalarını şahit gösteremez; çünkü insanlığın ataları sapmış değildi. Bu ve benzer âyetler ilâhî vefanın göstergesidir. Âlemlerin Rabbi, elçilerinin hatırasına sahip çıkmaktadır.
11 Lafzen: "kitapta.." Bununla kastedilenin İsrâiloğullarına gönderilen ilâhî mesajlar olduğu açıktır (Bkz: Zemahşerî). Bu âyet, 39 kitaptan oluşan Eski Ahid'de yere alan Levililer (26:14-39), Tesniye (28:15-68 ve 33:4), İşâyâ (5:24-30), Yeremyâ (2:28) kitaplarında ve İncil'de yer alan (Matta 23:33-37; Luka 21:10-24) Hz. İsa'nın İsrâiloğullarına uyarılarına bir atıf olsa gerektir.
12 MÖ.7. yüzyılda Kudüs'ü yerle bir eden Asur ve yüz yıl sonra Babil soykırımları kastediliyor. 'Ibâdenâ yerine 'ıbâden lenâ denilmesi, bunların "belalı" birileri olduğunu imâ eder.
13 Câsû, hâsû larak da okunur (İtkân III, 265).
14 Lafzen: "vaadin". Buradaki vaadden kasıt, Allah'ın bozgunculuk yapan ve küstahça börbürlenen toplumlar ve uygarlıkları için koyduğu yasadır. Bu yasa, en çapıcı ifadesi bu sûrenin 16. âyetinde bulur. Bu âyette İsrâiloğulları özellinde gündeme getirilen bu yasa, 16. âyette tüm insanlık tarihi için geçerli olan ilâhi bir kanun olarak zikredilmektedir.
15 "Bunun da sonucuna katlanırsınız" karşılığı, edatlardan oluşan fe-lehâ ibaresinin açılımıdır.
16 Yutebbirû: "kırsınlar, yerle bi etsinler, mahvetsinler". Bu yüzden her tür cam kırığına, demir ve altın kıymığına tibr adı verilir (Zeccâc). Haber verilen şeyin kesinkes olacağını bildiren tetbîr mastarının anlama kattığı pekiştirmeyi "paramparça" ile karşıladık (Krş Râzî). İzâ zaman zarfı, âyetteki tehdidi, geleceğe yönelik olarak da okumamıza izin verir.
17 Krş: 44:15. Allah hakkında ikinci çoğuldan (Rabbiniz), birinci çoğula geçiş (Biz) dikkat çekicidir (Krş 29:23).
18 Kâfırîn kelimesini, ahlâkî karşılığı olan "nankörler" olarak çevirdik (Kelimenin "nankörler" anlamında vahye nankörlük etmişlerdir. Hemen sonra gelen âyetin Kur'an vahyinden söz etmesi de bunu göstermektedir.
19 Hasîrâ, hem inkârda direnenler için cehennemin son durak kılınmasına, hem de kaçıp kurtulunması mümkün olmayan bir zindan kılınmasına delâlet eder (Taberî).
10 İnsanlığın ikinci atası sayılan Hz. Nûh'un, örnek olarak takdim edilmesi, insanlık tarihinde sapmanın ârızî, tevhidin aslî olduğunu imâ içindir. Zımnen: Hiç kimse kendi sapmışlığına atalarını şahit gösteremez; çünkü insanlığın ataları sapmış değildi. Bu ve benzer âyetler ilâhî vefanın göstergesidir. Âlemlerin Rabbi, elçilerinin hatırasına sahip çıkmaktadır.
11 Lafzen: "kitapta.." Bununla kastedilenin İsrâiloğullarına gönderilen ilâhî mesajlar olduğu açıktır (Bkz: Zemahşerî). Bu âyet, 39 kitaptan oluşan Eski Ahid'de yere alan Levililer (26:14-39), Tesniye (28:15-68 ve 33:4), İşâyâ (5:24-30), Yeremyâ (2:28) kitaplarında ve İncil'de yer alan (Matta 23:33-37; Luka 21:10-24) Hz. İsa'nın İsrâiloğullarına uyarılarına bir atıf olsa gerektir.
12 MÖ.7. yüzyılda Kudüs'ü yerle bir eden Asur ve yüz yıl sonra Babil soykırımları kastediliyor. 'Ibâdenâ yerine 'ıbâden lenâ denilmesi, bunların "belalı" birileri olduğunu imâ eder.
13 Câsû, hâsû larak da okunur (İtkân III, 265).
14 Lafzen: "vaadin". Buradaki vaadden kasıt, Allah'ın bozgunculuk yapan ve küstahça börbürlenen toplumlar ve uygarlıkları için koyduğu yasadır. Bu yasa, en çapıcı ifadesi bu sûrenin 16. âyetinde bulur. Bu âyette İsrâiloğulları özellinde gündeme getirilen bu yasa, 16. âyette tüm insanlık tarihi için geçerli olan ilâhi bir kanun olarak zikredilmektedir.
15 "Bunun da sonucuna katlanırsınız" karşılığı, edatlardan oluşan fe-lehâ ibaresinin açılımıdır.
16 Yutebbirû: "kırsınlar, yerle bi etsinler, mahvetsinler". Bu yüzden her tür cam kırığına, demir ve altın kıymığına tibr adı verilir (Zeccâc). Haber verilen şeyin kesinkes olacağını bildiren tetbîr mastarının anlama kattığı pekiştirmeyi "paramparça" ile karşıladık (Krş Râzî). İzâ zaman zarfı, âyetteki tehdidi, geleceğe yönelik olarak da okumamıza izin verir.
17 Krş: 44:15. Allah hakkında ikinci çoğuldan (Rabbiniz), birinci çoğula geçiş (Biz) dikkat çekicidir (Krş 29:23).
18 Kâfırîn kelimesini, ahlâkî karşılığı olan "nankörler" olarak çevirdik (Kelimenin "nankörler" anlamında vahye nankörlük etmişlerdir. Hemen sonra gelen âyetin Kur'an vahyinden söz etmesi de bunu göstermektedir.
19 Hasîrâ, hem inkârda direnenler için cehennemin son durak kılınmasına, hem de kaçıp kurtulunması mümkün olmayan bir zindan kılınmasına delâlet eder (Taberî).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder