Sayfalar

5 Mayıs 2017 Cuma

2.Bakara Sûresi 183-188. Âyetler

Kovulmuş şeytanın şerrinden Rahmân Rahîm Allah'a sığınırım

183 Siz ey iman edenler! Oruç tıpkı sizden öncekilere olduğu gibi size de yazıldı;
346 belki bu sayede takvâya erersiniz.347
184 Sayılı günlerde... Sizden kim hasta ya da yolcu olursa, tutmadığının sayısı kadar diğer günlerde (oruç tutar) ve (bunlar arasından) ona gücü yetenler üzerine, bir yoksul doyuracak fidye gerekir;348
Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur, ama -eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
349
185 (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlığa rehber olan, bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan ve hakkı bâtıldan ayıran Kur'an işte bu ayda indirilmiştir.350 Sizden biri bu aya ulaştığında oruç tutsun; hasta ya da yolcu olan kimse de başka günlerde kaza etsin! Allah sizin için kolaylık ister, sizi zora koşmak istemez; oruç günlerinin sayısını tamamlamanızı, sizi doğru yola ulaştırdığı için O'nu tekbir etmenizi ister; umulur ki şükredersiniz.
186 Kullarım sana Benden sorduklarında, iyi bilsinler ki Ben çok yakınım.351 Bana dua edenin çağrısına karşılık veririm. Öyleyse onlar da icabeti yalnız Benden beklesinler ve Bana tam güvensinler ki hak yoluna yöneltilsinler.352
187 (Artık) oruç günlerinizin gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı: Onlar sizin elbiseleriniz, siz de onların elbiseleriniz.353
(Eşler olarak) sizin (ilişki konusunda) kendinizi zora sokmuş olduğunuzu Allah gördü;354 işte bu yüzden size affıyla muamele etti ve zorluğu üzerinizden kaldırdı: Şimdi artık onlara yaklaşın ve Allah'ın size meşru kıldığından yararlanın!355 Fecir vakti, gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı sizin için belirgin hâle gelinceye kadar yiyin için!356 Sonra orucu geceye kadar tamamlayın! Mescidlerde itikâfa girdiğinizde de hanımlarınızla ilişkiye girmeyin!357
İşte bunlar Allah'ın çizdiği sınırlardır, sakın bunlara yaklaşmayın!358 Allah âyetlerini insanlığa böyle açıklıyor ki sorumluluk bilincini kuşanabilsinler.
188 Birbirinizin malını gayr-ı meşru  bir biçimde yemeyin359 ve günaha girerek bile bile insanların hakkını yemek için o malları kullanarak yetkililere ulaşmayın!360

Dipnotlar
346 Yani:"farz kılındı". Zımnen insanın ve insanlığın çağları aşan yazgısı kılındı. Bu âyet, İslâmî hükümlerin zamanlar ve zeminler üstünlüğüne dikkat çekmekte ve tüm semavi şeriatların ortak noktalarından birinin de oruç olduğunu ortaya koymaktadır. Oruç, insanlığa açılmış ilahi bir kredidir. Bu yüzden oruç tutan mü'min, insanlıkla yaşıt bir kervana dahil olmuştur.
347 Bu cümle orucun gerekçesini teşkil eder. Zira oruç aç kalmak değil, ruhu beslemektir. Oruç tutma kendini tutmaktır. Oruçla başını dik tutmak imanını diri tutmaktır.
348 İbn Abbas ve Hz Âişe'ye nisbet edilen yutavvikunehu okuyuşuna göre anlam "onu tutmakta zorlanan" şeklinde olur. Yine İbn Abbas'tan nakledilen ve meşhur okuyuşun aynı olan rivayetlerde yutîkûnehûya verilen anlam ile yutavvikûnehya verilen anlam aynı kabul edilmiştir. Bu rivayetlerin kimisinde bu cümle mensuh kabul edilirken, İbn Abbas bu ayetin yaşlılarla ilgili hüküm beyan ettiği görüşündedir (Buhâri, Tefsir,Bakara, 25). Klasik nesh teorisinin bu ayete ilişkin yaklaşımını rahatlıkla göz ardı edebiliriz. İbn Abbas burada nesh olmadığı görüşündedir. Dilciler yutîkûnehûya bir lâ taktir ederek "gücü yetenler"i "gücü yetmeyenler"e çevirmenin caiz olduğunu söylerler. Ebu Hayyam buna, "Hatadır, zira şüphe karıştırmaktır; görmüyor musun ki metinden ilk anlaşılan olumlu bir fiil olmasıdır ve lâ'nın önce hazfedilip varmış gibi okunması yemin dışında caiz değildir." diyerek itiraz eder (Bahr). Yutîkûnehûya yestatî'ûnehu mânası vermekte yanlıştır. Zira tâkat "gayretin en üstünü ve ihtimalin en son noktasıdır" (Krş: 2:249,286). Zaten güç yetiremeyenden oruç düşer. Bu açık bir hükümdür (2:286). Âyette emredilen fidye gücü yeten üzerinedir. Fakat burada gücü yetenler kimlerdir ve neye gücü yetenler üzerine bir yoksulu doyuracak fidye gerekir" olur. Burada mukadder sual şu olur: "Kazası olanlar, kaza ile beraber bir de fidye mi verecekler, yoksa kaza orucu yerine mi fidye verecekler?" Yutîkûnehû kelimesinin konuşlandırıldığı yer bu iki anlamada açıktır. Âyetin devamı iki manayı da desteklemektedir. "Kim daha fazla hayır işlerse kendisi için daha yararlı olur" ifadesinde bir teşvik vardır. Bu hayır ya "daha fazla yoksulu doyurma" veya "bir yoksulu daha fazla doyurma"dır. Eğer âyetin son cümlesi olmasaydı, ve 'al'l-lezine yutîkûnehûyu sadece "kaza ile beraber bir fidye vermek" manasını hasredebilirdik. Zira fidye zamanında tutulamayan orucun eksilen sevabını tamamlamak içindir (Krş: 2:196). Lâkin ayetin sonunda"ama-eğer bilirseniz- oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır" ifadesinde zımni bir tercihe imâ olduğu için, mânayı "kaza ile birlikte fidye"ye hasretmek yerine, "kaza ile birlikte gücü yeten üzerine fidye vermek, fidyesiz kazadan veya kazasız fidyeden daha hayırlıdır: kaza artı fidyeye gücü yetenlerin ikisini birden yapmaları birini yapmalarından daha hayırlıdır" şeklinde anlamak daha doğrudur. Allahu a'lem.
349 Bu âyet bir sonraki âyetle birlikte anlaşılmalıdır.
350 Oruç, Kur'an'ın doğum kutlamasıdır. İşte içerisinde Kur'an o gece nâzil olduğu için "bin aydan daha hayırlı" olan Kadir/kader/ölçü gecesini barındıran Ramazan ayını değerli kılan da buydu. Bu sinsileyi izlersek: Ramazan'a hürmek Ku'an'a hürmettir, Kur'an'a hürmet Allah'a hürmettir. Ramazan'a hürmetin ölçüsü ise onu oruçlu geçirmektir. Çünkü o insanlığa rehber olan ve hakkı batıldan ayıran vahyi elinden tutarak insanlığa sunmuştur. Ramazan, kutsallığını Kur'an ayı oluşundan alır.
351 Kâf 16 ışığında zımnen: O kadar yakınım ki, şahdamarından bile; dolayısıyla Bana yakın olmak isteyen şahdamarına, yani kendine yakın olmak zorundadır. Kendini kaybeden Beni dünden kaybetmiştir. 
352 Dua kalbin Allah ile konuşmasıdır. Allah Rasulü duanın önemini şöyle izah eder: "Allah katında duadan daha üstün bir insan davranışı yoktur" (Tirmizi, De'avât 1). Bu kadar büyük ve ölümsüz bir hakikati bu denli sade ve yalın bir dille anlatmak ancak kelâm-ı ilâhiye mahsus bir özellik olsa gerek.
353 Giysi, insanı güzelleştirir. Eşler de birbirlerini güzelleştiren birer giysi gibi olmalıdırlar.
354 Ebu Müslim, Tahtânûne'nin "azaltmak, eksiltmek" anlamına gelen bir kökten türediğine dikkat çekerek bu ifadeye şu mânayı verir: "Allah bu konuda izin vermemiş olsa dahi, hazzınızı eksiltmeyi gönüllü olarak kabulleneceğinizi gördü" (Nkl: Râzî).
355 İlk mü'minler Medine'deki Yahudi geleneğinin de etkisiyle, oruç gecelerinde yeme, içme ve cinsel birleşmenin yasak olduğunu sanıyorlardı. Çünkü Yahudilikte oruçlu biri için bütün bunlar yasaktı. Yahudiler sadece iftardan iftara oruç açarlar, oruç gecesini de aynen gündüz gibi oruçlu olarak geçirirlerdi.
356 Burada kullanılan ibare lafzen "beyaz iplik siyah iplikten ayrıt edilinceye kadar" şeklindedir. Hiç kuşku yok ki "beyaz iplik"le tan yerinin aydınlığı "siyah iplik"le de gece karanlığı kastedilmektedir. Zaten Allah Rasulü de âyeti böyle açıklamıştır (Buhari, Tefsir 156).
357 İtikaf, bir mescid ya da mescid hükmündeki herhangi bir mahalde kapanarak kişinin mesaisini yalnızca ibadete tahsis etmesidir. İtikâf, Hıra'yı yeniden yaşamak ve yüreğe yolculuktur. Böyle bir yolculukta tensel hazza yer yoktur.
358 Allah'ın çizdiği sınırları değil aşmayı, onlara "yaklaşmayı" bile aklınızdan geçirmeyin. Bu nedenle âyette, bu sınırları çiğnememek değil onlara yaklaşmamak emrediliyor.
359 Oruç insanın kendi malını yemesiyle ilgili bir iç disiplinin adıydı. Allah'ın emrine uymak maksadıyla insan kendi helâl kazancına dahi oruç müddetince el uzatamıyordu. Bu âyet ise insanın başkasının malına karşı nasıl davranması gerektiğini işliyor. Bu âyet aynı zamanda, 168. âyetle başlayan konunun bel kemiğini teşkil ediyor. Âyette "gayr-ı meşru" şeklinde çevirdiğimiz ibarenin aslı batıldır. Bâtıl, "karşılığı olmayan şey" demektir. Hakkın zıddıdır. Zarar ziyan da bâtıl olarak adlandırılır. Âyet emeğe saygıya davet etmektedir: Emeğe saygı Allah'a saygıdır.
360 Âyetteki tudlû fiili, aslında "kova sarkıtmak" (krş: edlâ delveh 12:19) anlamındaki edlâdan gelir ki, mecazen yargıyı yanıltmak için sahte delil sunmak ya da rüşvet, torpil vs. gibi meşru olmayan yollarla resmi makamları kullanarak haksız kazanç sağlamak anlamına gelir. Bu aynı zamanda devlete kova sarkıtmaktır ki, bu da kamu malı yemeye bir atıftır. Râzî, bu ibareden yola çıkarak şu güzel tesbiti yapar: "Kova kuyuya su çıkarmak amacıyla sarkıtılır ve su çıkarılır. Mal (rüşvet) da hâkim ve yöneticilere lehte karar çıkarmak için verilir. "Eğer bihâdaki zamir emvâle gidiyorsa, bu anlam kesinlikle "rüşvet" olur.





Süleymaniye Vakfı - Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır - Kur'an Sohbetleri - Bakara Suresi 183-187. ayetler - 3 Ocak 2012








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder